Şehrin Hırçınları

“Kel tepelere otağ kuranların içindeki ormanı kim görebildi ki… Söylesene dedi, senin üryan bıçkınlığının, asra bedel sandığın âleme kafa tutan gözü karalığının ömrü asra mı bedeldi, bir kelebek ömrü kadar mıydı?”. Derin bir iç çekip nargilesinden bir duman aldı,  önündeki sandalyeyi tekmeleyerek öte itip, elinin ayasıyla masaya vurduğu sesten kahvedekiler irkildi. Başını dört yana çevirdi, çevreyi süzdü, oyun oynayanlara, tavana, duvarlara, sandalyelere, masalara baktı.   Sessizce tekrar sandalyesine oturdu. Başıyla onaylayarak, itirazsız dinliyordu Hüseyin.  Hüseyin konuşanın bir parçası gibiydi, onun eli ayağı, gecesi gündüzü gibiydi. Mızrağı olmasa da usturalı şövalyesi, sadık can dostuydu. Kabadayılar âleminde adının Hüseyin olduğunu bilen pek olmazdı…. Devamı

Yağmurdan Sonra

Eskiden çok yağardı böylesi yağmurlar. Görmüş geçirmiş yaşlılar ansızın bastıran sağanağa “kız nazı, birazdan geçer” derlerdi. Önce çiselemeyle başlar, aldırmazsınız, her ne iş yapıyorsanız işinizi bırakıp bir duldaya ya da bir duvar dibine sığınmak aklınızın ucundan bile geçmez,   birazdan kesilir dersiniz. Sonra poyrazın kamçıları yüzünüze acı bir tokat gibi inmeye başlar başlamaz, ateş kıvılcımları saçan şimşekler çakmaya,  yeri göğü inleten gök gürlemelerinin ardından gökyüzünden yeryüzüne ulanmış bir sicim gibi düşen damlalar gözünüzü bile açmaya fırsat vermeden sizi sudan çıkmış balığa döndürür.  Yaşlıların “ kız nazı” dediği bu muydu acaba… Çocukluğumdan aklımda kalan sağanak yağmurlar bir anda bindirir, kısa sürede hafif… Devamı

Flüt ve Melodi

Gök kubbe bütün evrenin, bütün yer kürenin ortak çatısı değil miydi, onun altında doğmuş, onun altında büyümemiş miydik?  Biz onun çocuklarıydık, kimimiz sarı saçlı, çekik gözlü, kimimiz esmer kara gözlüydük.  Ne demekti onun ırkı, bunun dini, şunun inancı… Biz çocuklarının tümünü bağrına basan, bize yaşamı eşit, özgür armağan eden anamız değil miydi?… Anamızın çocuklarını bunca gözetmesine, bunca korumasına, bunca cömertliğine karşın gök kubbenin çocuklarının gecelerini karabasana, gündüzlerini kâbusa çeviren, el ele tutuşup birlikte şarkılar söyleyip, mataradaki suyumuzu, çıkınımızdaki ekmeğimizi paylaşan biz evlatlarını birbirine düşüren, yağırı çıkmış omuzlarımıza kurduğu tahtı revanda saltanatlarını sürdürmek için onurumuzu demir pençeli çizmeleri altında gök çimeni… Devamı

Profesör A

“Biz, insanların tenine dokunmayı marifet sandık, ruhuna dokunamadığınız insan, kendine dokunmak için harcadığınız çabanın farkında bile değildir. İnsan, kendine dokunuşunu teninde değil, ruhunda hisseder. Bu günkü şaşkınlığımızın nedenini burada aramak gerekmez mi?” Gerçek adının ne olduğunu yakın çevresindekilerin dışında kimse bilmezdi. Bizim dilimizde de adı buydu, Profesör A aşağı, Profesör A yukarı… O günün koşullarında her mahallede dünyanın ekseninin kendi etrafında döndüğüne inanan sayılarını bile hatırlamadığım örgütler vardı… Kendi aramızdaki “en büyük örgüt bizim örgüt” çekişmesini ve bu yüzden kırdığımız kalpleri bir kenara bırakırsak İtiraf etmeliyim ki her biri gözünü budaktan esirgemez ateş parçalarıydı, inançlarının kutsallığına şapka çıkarılırdı. Profesör A,… Devamı

Tuhaf İnsanlar

Anadolu’nun kırsal kesiminde bilmem kaç yıl sosyolojik araştırmalar yapmıştı. Deneyimlerini, gözlemlerini makalelere dökmüş, televizyonlarda programlara çıkarılmış,  yazılı ve görsel medyada ateş püskürüyordu… Ne tuhaftı şu kocaman kocaman adamların el kadar çocukların ense köklerine vurdukları tokattan aldıkları anlatılmaz haz… Ağlardı çocuklar; ürkekçe, ense köklerine bir tokat daha yemenin korkusuyla… Büyüklerinin yanında oyun oynamak ayıpmış,  birbirlerine öyle çocukça şakalar yapmaları örf ve adetlerimizle bağdaşmazmış. Babalarının, Dedelerinin yaşındaki koca koca adamların önünde kaydırak oynamak, öyle terbiyesizce bağırıp çağırmak ne büyük terbiyesizlikmiş… Köyün birinde şahit oldum. Meymenetsiz herifin birisi ahırda atların terbiyesine soyunmuş seyis gibi çocukların terbiyeciliğine soyunmuş… Kimisi iğde kütüğüne belini vermiş, kimisi… Devamı

Gece Vardiyası

Vardiyanın ağır toplarındandı. Sessiz, sakin, duru ve güven veren bir kişiliği olduğunu fabrika yöneticileri bile teslim ederlerdi.  O boş gevezeliklerin değil grevlerin, boykotların, direnişlerin adamıydı… Vardiya arkadaşlarının en huysuzunu bile sakinlikle dinler, sözleriyle, davranışlarıyla umut ağaçlarını yeşertir, gönülleri serinletirdi.  Direnişlerde o sakin adamın içine kükreyen bir panter girer, işten atılma, aç, açık kalma tedirginliklerini giyinerek meydanlara gelen her bir işçi onun kükreyen narasıyla endişelerinden arınır, korku gömleklerini çıkarıp atarak, grevlerin meydan okuyan narin, saydam tüllerine bürünürlerdi. Polisin kameralarla, videolarla çektiği görüntülerin her birisi “uzmanlarca” incelenir,  gerektiği zamanlarda kullanılmak üzere arşivlerde yer alırlardı. Bu “yanılmaz” uzmanlar, rutin günlük yaşamını sürdüren sıradan… Devamı

Nihilist

Sıradan bir günün akşamüstü telaşı… İşin bu ya… Hani para kazanmak zorundasın ya,  para da bu adamda ve sen bu adamın işini yapıyorsun ya… Bok herifin birisi… Görgüsüz, kaba, hantal ve aptal… Kendini, parasının ayrıcalıklı kıldığına inanan bu avul uvul zırtapozun,  aptallığını zekâ pırıltısı olarak sunan, kendince bu “çok önemli şahsiyetin” kendini methiyesini dinliyorum. Ya da dinlediğimi sanıyor… Bir restorandayız… Şık ve alımlı bir genç kadın servis yapıyor… Güler yüzüyle  “buyurun efendim” diyor… “Şöyle yağlısından Adana, bir buçuk haaa, acılı şalgamı da unutma” derken kasılıyor. Garsona işaret ediyorum, “beyefendiye bir duble de viski diyorum, iyisinden”. Velinimetim duymuyor “ne dedin” diyor…. Devamı

Rüzgârlı Tepeler

İşte böyle bir şeydi hayat… Doğarken çıplak ve yalnız doğardın, ölürken iki metre kefen beze sarılır yalnız defnedilirdin. Yalnızca musalla taşında “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna cenaze cemaati usulen de olsa “iyi bilirdik, mekânı cennet olsun” derlerdi. Gerçekten iyi miydik ya da gerçekten iyi mi bilinirdik… Mesela üç kuruşluk dünya malı için bütün hınç, öfke ve kinimizle tilkinin duvarı aşıp kümese daldığı gibi bütün hatırı, gönülü yıkıp kırmızı görmüş azgın boğalar gibi birilerinin boğazına mı sarılırdık… Hele ki gözümüze kestirdiğimiz av bizden zayıf, arkası önü olmayan çaresiz biriyse… Hay şu ömür boyu bitmez tükenmez sahtekârlık mirasını bize bırakanlardan Allah razı olsun…… Devamı

Kadın

Son güzün başlamasıyla kış bastırıverirdi. Kar yolları kapar, su buz kesilirdi. Güneş Mayısta yüzünü gösterip şöyle dışarı çıkılır hale gelmeden suların buzları çözülmezdi. Yaz mevsimi mi… Onun da olup olacağı üç ay, gerisi yine kış. Çocukları, öğretmenlerinin verdiği ödevi ezberlerken dört mevsimi sayarlardı da her halde bu dört mevsim başka yerlerde yaşanırdı. Buraların mevsimi ikiydi; dokuz ayı kış, üçü ayı yaz. Buralarda bahar yoktu ki toprak kendini rengârenk çiçeklerle donatsın. Güz yoktu ki sararmış yapraklar dallarını terk etsin. Hani hiç olmaz da değildi de yalap şalap şöyle bir görünüverirler, bir de bakmışsın gece yarısı yağan kar dalları işgal etmiş, yaprakları… Devamı

Küresel Kapitalizm Döneminde Devlet-14

Öncelikle,  kapitalizmin bir evresinde başlayıp, ancak bir “bahar kısalığında” görülen, küresel sermaye açısından ise adının bile geçmesi imkânsız olan “ demokrasi” dönemi kapanmıştır. Bu dönemi karakterize eden karakterize eden “liberalizm dönemi” bitmiştir.  Bu aşamada yerkürenin bütününde egemen olan kapitalizmin gidebileceği başka bir köşe de kalmamıştır. Varlığını devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu “kitlelerin rızasını alarak” toplumları yönetme dönemi sona ermiştir. Küresel kapitalizm iktidar biçimi olarak otokritik ve faşist iktidarlardan başka çaresi kalmamıştır. Bunun için de önceki bölümlerde açıklanan kitlelerin dinci ve ırkçı gerici eğilimleri kışkırtılarak örgütlü resmi güç haline getirilmektedir. Kapitalizmin önceki dönemlerinde az çok birbirinden ayrı duran ve hiç olmazsa… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-13

“Toplumsal daralma”  ya da “toplumsal yarılma” kavramının, kapitalizmin farklı aşamalarında devlet/ toplum ilişkilerinin tanımlanması açısından sosyal bilimlerde bir terminoloji olması gerektiği düşüncesindeyiz. Kitle psikolojisinin, kitlesel yönelimlerin sınıf mücadelelerine karşı tutum ve davranışlarının da yakından izlenmesi açısından önemine işaret edilmektedir. Toplumsal daralma dönemleri, kapitalizmin bunalım ve krizlerinin yükünün çalışan yığınların üzerine yıkılarak krizlerden çıkış yolu aradığı dönemlerdir.  Kamu harcamaları kısılır, vergi ve zamlar yoluyla sömürü yoğunlaşır, sınıflar ve toplumsal katmanlar arasında gelir dağılımı uçurumu büyür. Ülke içi gayri saf milli hasılanın çok büyük bir kesimi ülke nüfusunun çok küçük bir kesiminin elinde toplanır. “ Toplumsal yarılma” olarak tanımladığımız bu dönem, objektif… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-12

Tekelci kapitalizmin 21. Yüz yılbaşlarına kadar evrimi, bu evrime paralel olarak devlet aygıtının da evrimini beraberinde getirecektir. Bir noktanın altının çizilmesi gerekir. Tekelci kapitalizmin küresel kapitalizme evirilmesiyle küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasi üstünlüğü ele geçirdiği elbette tartışmasızdır. Ancak, söz konusu bir evirilmedir, küresel kapitalizm bir “devrimle”- burjuvazinin feodalizmin ekonomik ve siyasi iktidarına son veren bir devrim benzeri- tekilci kapitalizmin ekonomik ve siyasal/ politik gücünü kırdığından söz etmiyoruz. Söz konusu olan aşama tekelci kapitalizmin evrimleşerek süreç içinde küresel kapitalizme dönüşmesidir. Küresel kapitalizmin üstünlüğü ele geçirmesi, tekelci kapitalizmin bütün kalelerini fethettiği anlamına gelmeyecektir. Tekelci kapitalizm ülkesel kökenlidir ve sermaye birikim sistemi sermayenin… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-11

Huntingtonunun, “uygarlıklar çatışması” olarak adlandırdığı amentüsünde, sınıf mücadelelerinin 21. Yüzyılda küreselleşen kapitalizmin mutlak egemenliği altında sona erdiğini, toplumsal çatışma ve çalkantıların zemininin sınıf mücadelelerinden etnik, kültürel ve dinsel farklılıklara kaydığını, gerçekten uygarlığın temeli ve yaratıcısı olan sınıf savaşlarının bittiğini ilan ederken, insanlığın içinde bulunduğu durumu, açmazlarını ve çaresizliğinin varmış olduğu düzeyi betimlemek açısından bizce edebiyat sanatının en iğneleyici anlatım biçimi olan ironiyi, Nobel ödülü almış edebiyatçılardan daha mükemmel kullanmaktadır. Huntingtonu, siyam ikizi Fukuyama takip ederek o da “ tarihin sonunun geldiğini” ilan etmekten geri kalmayacaktır. Huntington gerçekten uygarlığın temeli ve yaratıcısı sınıf mücadelelerinin üstünü çizerek uygarlığın temel unsuru olarak yerine … Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-10

Bu gün, yani 21. Yüzyılın başlangıcı dâhil, ilk çeyrek yüzyılı milat olarak alınır ve bütün yer kürede yaşanılan siyasal pratiklerin kabaca bir analizi yapılırsa ve zaten burjuva demokrasilerinin hiç uğramadığı geri bıraktırılmış ülkeler söz konusu bile edilmeksizin, burjuva demokrasilerinin vücut bulduğu merkez kapitalist ülkelerde burjuvazi kendi siyasal yönetimi olan demokrasiyi rafa kaldırmıştır. Bu olgu burjuvazinin bir tercihi olmanın ötesinde kapitalizmin gelmiş olduğu -ve artık gidecek hiçbir yerinin de bulunmadığı- seviyenin bir sonucudur. Yani kapitalizmin siyasal yönetim biçimi olan burjuva demokrasisi, küreselleşen kapitalizm için artık korunması gereken değil, sırtından atması gereken bir yüktür. Yani burjuva demokrasisi küresel kapitalizm tarafından atılması gereken… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-09

Devletin karakteristik özelliğini, kapitalizmin değişik aşamalarındaki yapısal durumunun belirlediği, siyaset biliminin de genel kabulüdür. Siyaset biliminin genel kümelenmesi için de bu görüş her ne kadar genel kabul görmekte ise de sorun, kapitalizmin nereye gittiği ve sınıfların devlete karşı tutumları konusunda burjuva siyaset bilimi ile Marksist siyaset biliminin ortak bir noktada buluşmadığı da açıktır. İrdelenen konunu içeriği aynı kaynaktan beslenen burjuva siyaset bilimcilerin ne dediği ile ilgili olmayıp, devrimci hareketlerin sınıf mücadelesini yönlendirmeleri ile ilgili olduğundan, soruna bu açıdan bakılacaktır. Öyle ki kapitalizmin aşamalarda uğradığı işleyiş değişikliği sınıf mücadelesinin örgütlenme ve mücadele biçimlerini, ittifaklarını, taktik ve stratejilerini de belirleyen temel bir… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-08

Burjuva tarihçilere bakılırsa bir bütün olarak Amerika kıtasının tarihi, 1492 yılında kıtayı keşfeden (aslında, Avrupalı sömürgecilerin kıtanın varlığından haberdar olduğu) Kristof Kolomb’la başlamaktadır. Böyle bir başlangıç, daha sonraları soykırımlarla yok edilecek olan kıtanın güneyindeki Aztek, İnka ve Maya uygarlıklarının, Kuzeyde baskın olan Kızılderililerin yok edilmesinin de zemini hazırlayan bir keşif başlangıcıdır. “Keşif” tarihi, Avrupa’da siyasal erkte aristokrasinin, ekonomi ve ticarette ilkel kapitalizmin de doğuş tarihidir. Amerika kıtasının güneyini kapsayan Latin Amerika ülkelerinin özgün tarihi 15. yüzyılda başlayan, önce İspanya ve Portekiz sömürgecilerinin açık işgallerine karşı, 19. yüzyıldan itibaren de aslında kendisi de Latin Amerika ile birlikte Avrupa ülkeleri tarafından yağmalanan,… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-07

Avrupa ve ABD tekelci kapitalizmi altın çağını yaşarken, İkinci paylaşım savaşının diplomatik gel-gitlerinde bazı ülkeler diplomatik yollarla siyasi bağımsızlığını elde ederken, tekelci kapitalizmin ihtiyaç duyduğu geniş ve bakir alanlar oluşturacaktır. Bu ülkelerde “yönetim” anlamında bir devletten söz etmek mümkün olmakla birlikte, devlet erkinin egemeni ulusal kökenli tekelci burjuvazi değildir. Ülkenin ekonomik yapısına göre kapitalizmin ittifaklar kurarak sisteme entegre ettiği kapitalizm öncesinin yerel ve bölgesel ticaret ve tarım sınıfıdır. Merkeziyetçilik kapitalizmin ürünüdür. Klasik kapitalist ülkelerde kapitalizmin merkezileştirdiği ve evrimsel bir süreçte billurlaşan devletin bu ülkelerde vücut bulması, ülkenin dağınık ekonomik yapısı gereği gerçekleşememiştir. Dolayısıyla üretim ve bölüşümde, politikada ve kültürde netleşmiş… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-06

Birinci paylaşım savaşı emperyalist/kapitalizmin iki açından açmazını derinleştirecektir. Birincisi, savaştan umulan pazarların genişletilmesi beklentisi boşa çıktığı gibi Sovyet devrimiyle de dünyanın altıda biri emperyalizmin ekonomik ve politik etki alanının dışına çıkmıştır. İkincisi yine paylaşılmış pazarların yeniden paylaşımı amacıyla savaşı başlatan Almanya’nın – sonradan Almanya’nın yanında savaya katılan İtalya’nın- savaştan mağlup ayrılmasıyla diğer emperyalist ülkelerle aralarındaki çelişki artacak, bu olgu savaştan yenik çıkan ülkelerin ikinci paylaşım savaşına yol açmasına sebep olacaktır. Birinci savaş öncesi burjuva meşrutiyeti içinde yönetilen devlet, mevcut yönetim biçimiyle ne kapitalizmin yoğunlaşan sermaye birikimine bunalım ve krizlerini atlatacak yeni yatırım/ Pazar alanları bulabilmiş, ne de içeride kitleselleşerek burjuva… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-05

Birinci paylaşım savaşının galipleri yeni paylaşım bölgelerinin kendi aralarında taksimi ile uğraşırken, savaşın mağlupları kırılan “onurlarının” tamirleriyle meşguldüler. Kapitalist gelişmesini geç tamamlayan İtalya ve Almanya neredeyse dağılma noktasına gelecektir. Savaş sonrası hızlı sanayi hamleleriyle diğer kapitalist ülkeler seviyesine ulaşan bu ülkeler, yine ülke içinde şişen sermayenin “rahatlaması” için ihtiyaç duyulan pazarların elde edilmesi sorunuyla yüz yüze gelecektir. Ne var ki birinci paylaşım savaşına bu umutla giren İtalya ve Almanya değil yeni daha önce emperyalistlerce paylaşımı tamamlanan pazarlardan pay almak, elindeki mevcutları da kaybetmişlerdir. Emperyalizm adına bu işi kotaracak olan devlettir. Aynı işle görevlendirilen devlet yapılanması birinci paylaşım savaşını kaybetmiştir. Aynı… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-04

Tekelci kapitalizmin 20.yüzyılı başlarında devlet, devlete egemen olan burjuvazinin kombinasyonunda daralmaya uğrayacaktır. Tekelleşmenin erittiği orta ölçekte tarım ve sanayi işletmeleri tekeller tarafından yok edildikçe bu işletmelere sahip burjuvazi de ekonomik gücünü yitirecek ve devletteki egemenlik etkinliği ortadan kalkacaktır. Kapitalizm,  tekelleşme ivmesine göre tabana doğru yayılan burjuva katmanları eleyerek serbest rekabetçi dönemin “ bütün burjuvazinin devleti” tekelci kapitalizmin devletine dönüşerek orta ve küçük burjuva katmanların devletteki ekonomik ve siyasi egemenliği yukarı doğru sivrilen ve kapitalizmin tekelleşmesine paralel olarak devlet de azalacak, giderek ortadan kalkacaktır.  Ulusal sınırlar içinde taban olarak daralan devletin hükmetme alanı ise giderek genişleyecektir. Küçük ve orta burjuvazi devlette… Devamı

Tekelci Kapitalizm Döneminde Devlet-3

On dokuzuncu yüzyılda ülke içinde rekabetçi konumdan tekelci konuma geçen burjuvazi, bir taraftan iç pazarlarda oluşturduğu oligopoller aracılığı ile fiyatları belirleme tekelini eline geçirip, bütün halk kesimlerini sömürü nesnesi haline getirirken, farklı kapitalist ülkelerin iç pazarlara sızmasını önlemek için kendisini yüksek koruma duvarlarıyla güvenceye almaktadır. Bu yüzyılın önemli özelliği ülke içinde henüz emekleme/öğrenme durumunda olan sınıf hareketleri, burjuva iktidarlar açısından tehdit yaratmaktan uzaktır, ancak ülke dışında gerek ekonomik gelişmeleri ve Pazar alanları bakımından aşağı yukarı aynı durumda olan gerekse kapitalist gelişmesini geç tamamlayan ve o güne kadar paylaşımı tamamlanan pazarların yeniden paylaşılması tehdidi altında olan kapitalist ülkeler ekonomilerini askerileştirmeye yönelerek,… Devamı

Serbest Rekabetçi Kapitalizm Döneminde Devlet/2

Bu dönemin sermaye birikim rejiminin esasının artık değer sömürüsü olması nedeniyle kapitalist sömürü işçi sınıfı dışında kalan halk kitlelerinden henüz uzak olup halk kitleleri sömürü çemberinin dışındadır. Sömürü mekanizmasının artık değerle sınırlı olması rekabetçi dönem kapitalizminin evirilerek tekelci kapitalizme geçiş özellikleri göstermeye başlamasıyla birlikte üretilen malların fiyatların yükselmesi pazara yansıyacak ve bu aşamadan itibaren işçi sınıfı dışında kalan halk kesimleri de kapitalist sömürüye maruz kalmaya, sömürüyle yüz yüze gelmeye başlayacaktır. Rekabetçi kapitalizm döneminde devletin karakteristik özelliği, belli bir toprak parçasıyla çevrili ülke bazında ulusal burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik olup, işleyişi de bu çıkarlara tekabül eden yasa, yönetmelik gibi düzenleyici işlemlerle… Devamı

Kapitalizmin Aşamalarında Devlet /1

– EGEMEN DEVLETTEN TAŞERON DEVLETE – Tarih, sınıf kavramıyla tanıştığında “devlet” kavramıyla da tanışacaktır. Bu olgu toplumlar için daha önceki tarihlerinde tanık olmadıkları yeni bir durumdur. Devlet, sınıflı toplumların ürünüdür ve işlevi egemen sınıfların iktidarı etkilemekten uzak ve mülkiyetten yoksun kesimler üzerindeki baskı ve sömürü aygıtıdır.  Bundan önceki yaşamlarında “özgür” olan insan toplulukları bundan böyle köle, “bağımsız” olan yaşamları, sahiplerine bağlı, alınır-satılır bir metadır. Köleci toplumlarda meta, feodal toplumlarda feodal beylerin karın tokluğuna çalıştırdıkları bir maraba, kapitalist toplumlarda emeğini pazarlayarak geçinen sözüm ona “özgür” bireydir.  Toplumların bu durumu evrimleşmeye paralel olarak değişiklikler gösterse bile, özel mülkiyete bağlı üretim ilişkileri sürdüğü… Devamı

Çay, kahve falan

Ağustos sıcağında yorgunluktan ter burnundan damlarken abisinin ”yine arabanın tekerleğini mi kırdın” serzenişine çıldırmışçasına bir öfkeyle “arabasının da, atının da tekerleğinin de” diye çıkıştığında, kırılan tekerleğin parmaklıklarını sökerek çiğdem kazığı yapma derdinde olan beş altı oyun çocuğu velettik. Biz veletler çiğdem kazığı yapma derdindeydik,  koyunun can derdinde olması kimin umurundaydı. Sakar Musa arabayı debil destek, kasislere ine çıka, atları nefessiz koyacak kadar tırısa kaldırırken son kasiste arabadan gelen çatırtı arabayı bir tarafa, sakar Musa’yı diğer tarafa savuruvermişti. Çelebi adamdı Necati emmim, “canın sağ olsun, şükür sen de bir zarar ziyan yok ya” demekle yetinmiş, biz veletlere de “kulağınızın dibine tokadı… Devamı

Kaçık

Onu, bir toplum içinde başka insanlarla şaka yaparken, gülerken, eğlenirken, küfrederken ya da kendinden geçercesine bağırırken pek göremezsiniz. İlla konuşması gerekiyorsa yavaş, usul sesle davudi perdeden konuşur, geleneğe, göreneğe aykırı sözlerine yüzüne karşı bir şey diyemeyenler onun meclisten ayrılmasıyla “kaçık işte” derlerdi. Gerçekten aykırı biriydi, her şeyiyle aykırı. Herkesin güldüğü, dalga geçtiği şeylere onun gizli gizli ağladığını, kimsenin takmadığı şeyleri kendine dert edinme ustası olduğunu anlamanız için onunla birkaç kez karşılaşmanız yeterdi. Klasında bir “ağır abidir” O. Merak edip onu görmek isteyenler sahil kasabasının kıyıya vuran dalgalarının hışırtılarının duyulduğu salaş kahvelerinden birinde, kalabalığa karışmadan, tek başına çayını içerken sigarasının dumanını… Devamı

Çapraz Esen Rüzgârlar

“Nerede, ne zaman okudum, ya da kim söylemişti hatırlamıyorum” dedi, “mükemmel fırtınaların yaratıcısının çapraz esen rüzgârlar olduğunu”… Serin bir bahar havası vardı; açık gökyüzü, sakin deniz… Gökyüzünde tek bir bulut bile yok. Kaldırımlarda sere serpe yürüyen öbek öbek insanlar bahar havasının tadını çıkarıyorlardı… Kış mevsiminin soğuk, karanlık,  kasvetli iç karartıcı havasının, baharın canlı ruhuna ve rengine evirildiği böylesi bir günde “mükemmel fırtınadan” söz etmesi olsa olsa bir kâhinin kehaneti olabilirdi. Hem de dedi  “mükemmel fırtına” sadece şu gördüğün denizin, şehrin sokaklarının, caddelerinin, ovaların kimyasını bozmakla kalmayacak, insanların da vücut kimyasını değiştirecektir… Bu “imalat hatası” arkadaşımın söylediklerini ayıp olmasın diye dinliyorum,… Devamı

Demokrasi ve Din/02

Demokrasinin ve demokratik kazanımların genişletilmesi ile korunması arasındaki farkın birbirine karıştırılması, her iki eylemin araçlarının ve hedeflerinin farklı olması öncelikle her iki politik, kültürel ve siyasi eylemin farklılıklarının kavranmasını gerekli kılar. Son günlerdeki basın üzerinde estirilen teröre karşı “bu demokrasi değildir” çıkışı kavramların birbirine karıştırılmasıdır. Benzer yazılarımızda ısrarla vurguladığımız gibi demokrasiden söz etmenin koşulu öncelikle kapitalist toplumda çıkarları birbirine zıt sınıf ve katmanların haklarının yasalarca güvenceye alınması ve kullanılması konusunda her iki sınıfın yönetme ve denetleme konusunda toplumsal uzlaşmaya varmalarıdır. Özellikle başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun diğer çalışan kesimlerinin sınıfsal bütünlüklerinin korunması, serbestçe örgütlenmeleri, ekonomik ve politik ifade biçimlerini,… Devamı

Yarın

“Yarın” dedi… Bir an durdu, dilinin ucundan elektrik verilmiş de ağzında tükürük kalmamış gibi ürpererek, kuruyan dudaklarını ıslatıp şaşkınlıkla etrafına bakındı… Ağzından çıkan söz kendi iradesi olmaksızın ve bir dil sürçmesi sonucu söylenmiş gibi ya da söyleyenin kendisi değil de bu olmaz ve kabulü mümkün olmayan söz başkasının ağzından çıkmış gibi, “ne yarını be dedi, hemen, derhal, şimdi”… Yarın çok geç olabilir… Onu paniğe kaptıran “Yarına kalırsa çok geç olacak” olan şeyin ne olduğunu bilmesine rağmen kendisine de itiraf edemedi. Uzun, acı, çok acı yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle, ne yapacağını bilmez bir halde şakın şaşkın etrafına bakındı, derin bir uykudaymış ya… Devamı

Şehirde yağmur vardı

Aksaray’ın dik yokuşunu tırmanarak bir koşu Beyazıt’a çıkmak her babayiğidin harcı değildi, insanın nefesini keserdi.  Çınar altı kahvelerinde kendini bir tabureye bırakanlar gömleklerinin yenleriyle burunlarından damlayan terlerini silerek başlarlardı soluklanmaya. Onun oyalanmaya, oflamaya, puflamaya zamanı yoktu, kısrak bir tay gibi bir koşuda çıkıverirdi o dik yokuşu.  Meydanın aradığı adamdı o. O olmazsa birçok şey yarım kalıyordu. Protesto gösterileri, yürüyüşler, mitingler onun sesiyle coşuyor, arkadaşları onun gelişiyle moral buluyordu. Hikmetinden sual olunmazdı ama onun meydana gelmesiyle boğucu sıcakların yerini esinti, miskinliğin yerini coşku alırdı. Rivayet edilir ki Taksimdeki gezi parkının rengârenk çiçeklerinin kokusu Beyazıt meydanını mis kokulara boğar, Eminönü’nden süzülüp gelen… Devamı

Kırmızı

Aynı şehrin değişik mahallelerinde yaşadığımız, mecburen birlikte kaldığımız malum mekânlardan birinde tanıdığım bir arkadaşımı olağan, sıradan bir meseleyle ilgili aradım, “Ooo”, dedi “pek aramazdın, hangi dağda kurt öldü”.  Arama nedenimi söyledim, “sana yakınım” dedi, “uygunsan hem bir çay içelim, hem de seni özledim, bir görmüş olurum.” Birkaç müdaviminin dışında pek geleni gideni olmayan, tenha bir kahvenin ilkyaz esintilerine açık bir köşesine iki sandalye çektik, demli çaylarımızı söyledik. Hoş beş, hal hatır sormalardan sonra bana yakınlığı ile bilinen bir arkadaşımızı sordu. Neredeydi, ne iş yapardı, hala öyle uçarı mıydı filan. “Hala öyle uçarı mı?” sözüne hiç tepki göstermedim. Bu arkadaşımızı kendisinin… Devamı

Çirkef

Çocukluk işte, anam neye, kime kızmıştı da “mezarlığın ortasına düğün sofrası kurulmaz, çirkef” demişti. Duymasına duymuştum da anlayacak olan kimdi? Akranlarımızla çelik çomak oynadığımız alandan mezarlık çepeçevre görünürdü. Uzaktan bakmakla yetinmemiş, sofrayı görmek için mezarlığın duvarına tırmanıp pürdikkat sofraya bakmıştım.  Köyde ne düğün vardı ne de mezarlığın ortasına kurulan bir sofra… “Şu mübarek günde fakirin fukaranın yiyecek kuru ekmek bulamadığı umurlarında mı? Yok iftarmış, yok sahurmuş Harun’u kıskandıracak sofralarda zıkkımlananlarda ne ar kalmış ne hayâ. Bari milletin gözüne baka baka zıkkımlanmayın, bari türlü çeşitli taamları gözümüzün içine sokmayın, çirkefler” sözünü duyunca donakaldım.. Bu karnı tok sırtı peklere öfke kusan kadın… Devamı

Hasat Zamanı

“Yıl on iki ay çoluk çocuk çalış çabala, gece deme gündüz deme, zemherinin soğuğunda it gibi titre, ağustosun sıcağında ter kıçından aksın, harmana yığıp çuvala doldurma zamanı hasatı rüzgârın yeline, yağmurun seline bırak gitsin, öyle mi?”   Anasının zehir zemberek serzenişi karşısında mahcuptu oğlu, başını eğmiş, gözlerini yere dikmişti, ağzı kurumuş, dili dönmez olmuştu, edecek bir çift sözü de yoktu. Bakamıyordu anasının yüzüne. Öyle olurdu meret bu yörelerde. Ortalık günlük güneşlikken ötelerden bir bulut kabarır, önce sürü halinde akbabalar süzülmeye başlar, şemsiye gibi açtığı iki metrelik kanatlarıyla alçalır, alçalır milletin tavuğuna cücüğüne musallat olur, sen akbabaların pençelerine taktığı avıyla yıldırım gibi… Devamı

Çöplük

O, mega kentin gökyüzünü delen devasa gökdelenlerini, çarşılarını, görkemli alış veriş merkezlerini, sinemalarını, tiyatrolarını ezbere bilirdi de, mega kent ne onun varlığından ne de yaşadığı kulübemsi gecekondusundan haberdardı. Her bir köşesi bir merkez olan bu koca kentin köşesinde bucağında basmadık yer bırakmayan bu kocakurt yıllar vardı ki bir kez bile gecekondusundan o ezbere bildiği meydanlara ayak basmamıştı. Şehre küskünlüğünün, kırgınlığının sırrı yalnızca kendisindeydi. Bir zamanlar hayat bulduğu o meşhur meydanın adını bile anmak istemezdi. Yerleşim merkezinden uzakta, kayalık bir tepenin eteğine kurduğu gecekondusunun küçücük bahçesinde adını sanını yalnızca kendisinin bildiği çiçekler yetiştirir, yüzlerce çiçeğe kendi bulduğu isimler verir, birbiriyle renk… Devamı

Olur Ya

Gerçekten beklenmedik zamanlar beklemediğimiz zamanlar mıydı, yani bunun bir altı üstü yok muydu da gözlerini kapayıp kendisin koyuvermişti o masalsı ırmağın durgun sularına… Ne yani, neyin hesabını yapmıştı ki şimdiye kadar da şimdi kuş kadar canının hesabını mı yapacaktı… Rahmetli anacığının komşulara yakınırken “ bu göbelin sonu ne olur bilemem anam, isteseler sırtındaki gömleğini de verecek” paylaması aklına düşünce gülümsemelerin o en safiyane hediyesinin değeri hangi parayla pulla ölçülür, ağırlığı hangi okkayla, hangi dirhemle tartılırdı. Sahi nasıl bir şeydi insan olabilmek, hangi mecazla anlatılırdı, hangi sözcükler nüfuz edebilirdi bu derinliğe… Kaç kez denemişti şöyle okkalı birkaç sözcükle meramını anlatmayı, nasıl… Devamı

Fısıltı

Yeşil bir yağmur yağıyor şehrin üstüne. Serçeler acelesi olan vardiya işçileri gibi, vardiya işçileri kendilerine sığınacak gür yapraklı bir dal arayan serçeler gibi sığınacak bir yer arıyorlar. Caddeler,  dere yataklarına sığmayan taşkın suların baskınına uğramış gibi diz boyu su… Kimisi paçalarını sıvamış, kimisi ayakkabılarını çoraplarını çıkarmış, pantolonlarını, eteklerini yukarı doğru çemreyerek, omuzlarına aldıkları küçük çocuklarıyla derenin sularına meydan okurcasına sığınacak kuytu bir yer arıyor.  Kadınlar ellerinde ne varsa çocuklarını yağmurdan korumak için çulla, çaputla sarıp sarmalayıp üstlerini örtüyorlar, yağmurdan koruyorlar. Bir öbek belediye temizlik işçisi sığındıkları üstü kapalı bir alanda çenelerine dayadıkları süpürge saplarıyla konuşur gibi kendi kendilerine kaş göz… Devamı

Ardiye – Öykü

Kendimi onlara yakın hissetmemin sebebi, kocaman meydanlarına sayısız sokaklarına sığdırılmadığım o günlerde can havliyle  kendimi kucağına attığım o insanların bana sahip çıkıp saklamanın bedelini kendilerinden biriymişim gibi beni bağırlarına basmaları mıydı?. Beni o ifrit gözlerden elbette, beni saklamanın, gizlemenin bedelinin ne olduğunu bilmelerine rağmen bu endişelerini, korkularını bana hissettirmemişlerdi. Farkındaydım, elbette kokuyorlardı. Şayet aralarında yakalanırsam o küçücük dünyaları başlarına dar edilirdi. Onca çoluk çocuk, kadın kızan nereye giderlerdi, nereye sığınırlardı. Bir gün çeribaşına “ beni başınıza bela almayın, Jandarmalar çemberi daralttı, sizin başınızı belaya sokmayayım, izin verin gideyim” dediğimde, tütünden sararmış bıyıklarını burarak gözümün içine bakan çeribaşı eliyle işaret ederek… Devamı

Thomas Moore’u kim öldürdü?

İçimizin hüznünü ustalıkla saklayıp dalıp dalıp giderken o günlere, dudaklarımızın kenarına yerleştirdiğimiz zoraki gülümsemelerle başlayıp da içine kel alaka şeylerin de davetsiz misafirler gibi gelip oturduğu sohbetlerimizin ne zaman biteceğini hiç birimiz bilmez, kimsecikler kestiremezdi. İki kişiyle başlayan, ciddiyetinden kuşku duyulmaz derin sohbetlerimize birimizin oradan geçen bir tanıdığı da katılır, yeni gelenin hoş beşle başlayan sohbete zoraki katılışı yerini bir an suskunluğa bırakır, iki arkadaşın gözleri birbirine dikilir, sözsüz ve yazısız olarak “içine etti” de birleşirdi. O gün sohbetimize katılan zoraki misafirin kişiliğinde ve kimliğinde yanıldığımızı arkadaşımla daha sonraki bir günde karşılaştığımızda başımızı yere eğerek ve biraz da yüzümüz kızararak… Devamı

Şeyler

Ayağını kaldırım taşlarına sürüyerek yürüdüğün o Ağustos ayının aysız gecesinde beyninde hangi fırtınalar esiyordu, hangi deryaların korsanıydın, hangi uçsuz bucaksız denizlerin derinliklerinde sana merhaba diyerek gülümseyen bir damlanın hayaliyle kendinden geçiyordun a benim acemi korsanım, a benim acemi oğlum, canımın ötesinde canım olan kardeşim. Düşünüyorum da nasıl da asık suratlıydın, yanına yanaşmak ferman, seninle iki çift laf edebilmek derman, senin söylediklerini aksini söylemek mangal gibi yürek isterdi de sanki öyle görünmeyi bir görev edinmiştin… “Sert adam” olmak için kendini çok mu zorluyordun a benim yufka yüreklim, a benim gani gönüllü dervişim… Ben dâhil, niçin hiç kimsenin aklına gelmemişti ki, seni… Devamı

Duman

“Bir hikâyenin sonunu getiremeyeceksen ya hiç başlama, ya da seni taşa tutamlarından yakınma, sonucuna da katlan” Onu, çamurdan çıkılmayan gecekondu mahallemizin sokaklarında top koştururken tanımıştım. Mahallemiz işsizlik haritasında birincidir. Fiiliyatta hemen herkesin öyle kayıtlı kuyutlu, sosyal güvenceleri olan resmiyet tanınmış bir işi yoktur. Devletin resmi kayıtlarda aylaklar, polis lisanında kafadarlar olarak geçeriz. Çizelgelere rastgele serpiştirilen, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç memur ile birkaç gündelikçi işçi her ne kadar mahallemizin işsizlik raconuna ters gelse de zararsız insanlardır, herkes onlarla, onlar herkesle iyi geçinir. Allahları var günlük yaşamımızın vazgeçilmez ritüellerinden olan polis baskınlarında aranan hiç kimsenin ne adlarını adreslerini bilirler, ne… Devamı

Cer Memet

Kullanılan dilde ne bir kaşlığı vardı, ne bir anlamı. Yöresel bir şive olmalıydı adının başındaki lakabı. Çoluk, çocuk, büyük küçük öyle seslenirlerdi, Cer Mehmet beri, cer Mehmet öte. Araptı Cer Mehmet ama bana neydi Türkünden, Kürtünden, Arap’ından Çerkez’inden.  Cana yakın, hoş sohbet birisiydi işte, daha başka ne istenirdi ki. Lakabının anlamını o da bilmiyordu, ya da bana öyle gelmişti.  Arap arkadaşlarıma sordum, onlar da bilmiyordu.  Önceden bir tanımışlığım, tanışmışlığım yok. Sık sık gitmek zorunda kaldığım kasabadaki arkadaşlar öyle hitap ediyorlardı, sonra ben de onlar gibi hitap etmeye alıştım. Çok geçmeden de alıştık birbirimize. Biz emsallerden birkaç yaş daha büyüktü. Merakımı… Devamı

Kuzey Işıkları

“Nefretin sabahları serin olur, bu sele kapılanlar boğulur, bir daha kıyıya dönemez” demişti direnişin lideri yaşlı felsefe profesörü… Söz kulağında kalmıştı da sözün kime ait olduğunu hatırlamıyordu. Hapishaneden, kendisinin ve yoldaşlarının firar etmelerine yardımcı olan genç gardiyan olabilir miydi?.  Kaç kez beynini yoklamıştı ama bir türlü çıkaramamıştı. O günkü konferansına başlarken de barışa ilişkin bu cümle aklına gelivermiş ve konuşmasına da bu cümleyi referans alarak başlamıştı. Söz her kime aitse aitti, bu sözü söyleyenin kendileri için söylediğinden hiç kuşkusu yoktu, bu vazgeçemeyecekleri bir ilkeydi ve devrimci direnişçilerin de kılavuzu, düsturuydu. ”Zorunlu şartlarda bile hiç kimse devrimci eylemlerimizin mağduru olmamalıdır, böyle… Devamı

Büyük insanlar ansiklopedisi

Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi etrafı kolaçan ederek kulağıma eğilip önümüzde yürüyen birisini gözüyle  “ büyük adamdır” diyerek işaret ettiği kişinin arkasından uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Çelimsiz, bacakları içe dönük dembil destek yürüyen birisinin büyüklüğü neresindeydi Allah aşkına… Hadi be sen de dercesine burun kıvırıp güldüm, gözlerimi kısarak almaz almaz yüzüne baktım. “Büyük adammış”… Lafa bak… Adamın gittiği yöne doğru yöneldim, söylene söylene yürüyorum. Öfkeliyim, kızgınım. Kafamı kaldırmamla bizim şefle göz göze geldim. Sırtında her zamanki siyah parkası… Eskimiş, bir yerinden çeksen iplik iplik eline gelecek. Göz ucuyla ayakkabılarına baktım, ahı gitmiş vahi kalmış. Bizim şef iyi koşar, hızlı koşar,… Devamı

Dik kafalılar

Ne mevsim o mevsimdi, ne de gün o gün. Yazın yakıcı ve boğucu sıcaklarının şehri terk ettiği, sonbaharın ılık bir akşamı… Hani yaş ta kemale ermiş, eş dostla muhabbetin dibine vurulacağı akşamdı… Çok istemesine karşın bir türlü o kaygısızlığa kendini bırakamadığı, beyninde kurdeşenlerin birbirini kovaladığı bin bir türlü vesveseyle o sohbet erbaplarının içlerinde olmasına rağmen bir türlü içselleştiremediği sohbetlere de bir tutam tuz biber katamıyordu. En olmadık zamanlarda eşin dostun bir araya geldiği ağız dolusu kahkahalara limon sıkarak suratını ekşitmek onun Allah vergisi huyuydu. “İzninizle dedi, lavaboya”… Şöyle bir dolaşıp geri dönecekti. Cadde upuzundu ve boylu boyunca yere serilmiş, herkesin… Devamı

Dönüşüm

Epey zamandır olup bitenlerle ilişkisini kesmişti, bugününe, yarınına, biricik kızına ilişkin beklentilerini de tüketmişti ya da askıya almıştı… O TV kanalından bu TV kanalına bir umutla saatler boyu gezinir, kendine, kendi hayatına ilişkin şöyle içine su serpecek bir umut kırıntısı aramıştı… Adamların tuzu kuruydu, umurlarında mıydı onun gibilerin aşsız, işsiz kalmaları, Her gün aynı şey… Ona posta koymalar, buna efelenmeler, refahı şöyle uçurmalar, parayı böyle kanatlandırmalar…”Öff, yetti be dedi, siz paraya kanat taktıkça bizim cebimizdeki zeytin peynir parsı da kanatlanıp avenelerinizin cebine uçuşuyor”… Kızının korkup göğsüne yaslanması bardağı taşıran son damla olmuştu… “Bıkkınlıkla TV kumandasını aldı, gerçi umudunu çoktan kesmişti… Devamı

İçimizden biri

Atlattın be usta yine beni… Hani kendi hikâyeni kendin anlatacaktın, “olur demiştin,  bugünlerde kafam biraz meşgul, en kısa zamanda”… Seninle sık sık değilse de karşılaşmamız, öyle aylar yıllar da sürmez, bir şekliyle bir yerlerde karşılaşırdık, Bir otobüs durağı, bir gecekondu kahvesi ya da bilmem şehrin hangi caddesi… Benim bakışlarımdan anlardın ya, doğrusu ben de tam bunu söylemek isterken sen lafı ağzımda bırakırdın… “ Tamam, tamam, en kısa zamanda”… Usta be,  aradan bunca yıl geçmesine rağmen senin en kısa zamanının enini boyunu bir türlü kestiremedim… Senin anlatacağın hikâyenin peşine düştüğümde mesleğe yeni başlamış, bir derginin çiçeği burnunda muhabiriydim… Şimdi emekliyim. Zaman… Devamı

Dağın yüzündeki yara

Efsane, çözülmeyen bir sır gibi yıllarca gizini korudu. Bu giz sadece bu dağın etrafında yer alan yörelerde değil, bütün çevrede “üzerinde konuşulması yasak” bir olaydı ve herkes bu adı konulmamış, yasayla ya da cop zoruyla kabul ettirilmemiş yasağa, nedeni bilinmeyen, anlaşılmaz bir sadakatle bağlıydı. Belki herkes her şeyi bilirdi de hiç kimse hiçbir şey bilmezdi. Üzerinde konuşanın büyük bir günah işlemiş gibi ele güne karşı itibarının sıfırlanacağına, insan içine çıkamaz olacağına, konuşanın çarpılıp ağzının yüzünün eğrileceğine inanılırdı. Hatta bunun öbür dünyada da hesabı sorulurdu, günah meleği alimallah omuzundan inmezdi. Yaşı daha küçük çocuklardan biri o bağırış çağırış saklambaç oyunlarında dağa… Devamı

Perşembenin Gelişi…

Tarih, kendi hikâyesini anlattırırken kuşkusuz yaşanılan çağın sınıf mücadelelerinin dinamiklerini rehber edinir. Anlatılan hikâye kimi zaman dram, kimi zaman komedi ya da çoğunlukla trajedi olarak sahnelenir. Çok az biriktirip mirasyedi gibi harcayan tarih,  “yavaş ilerleyen” yüzyıllarda yarattığı potansiyelin birikimlerinin bilançosunu çıkarır, hikâyesini yazar ve sahneye koyar. Bağrında taşıdığı ve “zamanı dolan” , artık çekilir tarafı kalmayan ve tahammül edilemeyen  “eskiyi” bağrından kovmak için yeni güçlere gebe kalır. Yirminci yüzyıla gelinceye kadar bir kaç yüzyılda bir- iki defa gebe kalan tarihin yirminci yüzyıla kadar gebeliği de bir anlamda sorunludur ve yirminci yüzyıl öncesi yüzyılların hikâyesi   “yavaş yüzyılların” hikâyesidir. Hatta öyle ki… Devamı

Yalan

Evet ya, tabi ki bütün küfürlerin dik alasını bilirim. En üstü açılmadık küfürleri sıralayan kulağı kesiklerin,“en kültürlü”, “en saygıya değer kişiler” sayıldığı çocukluk döneminin üstünden çok zaman geçmiş, yaşamımın, kişiliğimin şekillenmeye başlamasıyla bütün küfürlü sözlere karşı mühürlemiştim dilimi. Malum günlerdi. Mengeneden geçirilmiş insanların çöpe atılmak üzere istiflenen kelle paça artıkları gibi paslı kancalara asıldığı, iradelerinin dışında  “mecburi ikamete” tabi tutuldukları mekânlarda herkesin sus pus olduğu sessizliği, onun “ yalanınızı sikeyim” sivriliği bozmuştu. Üstüne tiz perdeden attığı ya o kahkaha… Keşke onun kadar rahat olabilseydim… O kimin yalanını sikmişti bilemem ama benim yalanını sikeceğim o kadar zübük vardı ki yanımda yöremde…Ama… Devamı

Karşı Kıyılar

“Dünyada faşist hareketler hızla güçleniyor… Seçimle yönetime gelen sağ iktidarlar birbiri peşi sıra faşizan uygulamalarıyla dikkat çekiyor… Güvenlik gerekçeleriyle, yasal yetkilerini de aşarak bir taraftan devletin yerleşik bürokrasi, yargı,  ordu ve polisini amaçları doğrultusunda kadrolaştırırken, diğer yandan ırkçı ve dinci seçme kadrolardan özel silahlı güçler oluşturuyorlar… Denetleme, takip ve sindirme halkta korku ve paniğe yol açıyor, halk seçimle gelen bu iktidarların seçimle gideceğinden kuşku duyuyor”… (Basından)… Çocukluğu, muhafazakâr ve dar bir çevrede geçmişti. Bütün akranları gibi büyüklerinin övgülerine mazhar olmak için bir günde şu kadar duayı ezberlemeli, bir haftada elif cüzünü, on günde emme cüzünü ezberleyip, köy meydanında büyüklerinin alaycı… Devamı

Çatışma

Akşam ansızın inivermişti. Nerede ve ne zaman peyda olduğu anlaşılmayan, gri, siyah, beyaz pamuk yığınları gibi üst üste bindirilmiş bulutlar kaplayıverdi gökyüzünü… Çepeçevre kuşatılan güneş, gece yarısı baskınlarına uğrayanların tecrübesiyle penceresinin ışığını söndürüp dağların arkasına çekildi.  Kırçıl tepelerin arkasına sarkarken, koca çınarın göklere yükselen dallarının arasından yavaşça süzülüp, çınarın her bir yaprağını ayrı ayrı öperek veda etmeyi de ihmal etmedi. Güneşin, kendisini kuşatmaya alan bulutlara karşı savunmasını anlamayacak bir şey yoktu da, kendisine de bir veda işareti gönderebilirdi. Güneş, çınar ve kendisi… Güneş hayat verecek, çınar kocaman yapraklarının gölgesinde yorgunları dinlendirecek, kendisi haramilere karşı büyük insanlığın koruması olacaktı… Alınmıştı kendisine… Devamı

Meydanda bir gün

Hani, insanın “saplanacak yer aradığı” günler vardır ya, gökyüzünün tepenize bindiği, yeryüzünde bastığınız toprağın ayağınızın altından kaydığı, nereye basacağınızı bilmediğiniz ve nereye baksanız bütün ufkunuzu kara bulutların kapladığı günler… Şayet inançlı biriyseniz “ hatırladıkça göğsünüze karabasanların çöktüğü, nefes alamadığınız, Allah bu günleri bir daha göstermesin” diye iç geçirdiğiniz günler… Şayet bencileyin itikadınız kıt ise “vurun ulan vurun, ben kolay ölmem” dediğiniz “günlerdi. Simit satsanız güvenlik soruşturmasına çarptığınız, ayakkabı boyacılığı yapsanız sabıka kaydınızın “münasip” olmadığı gerekçesiyle boya sandığınızın asfaltta parçalandığı, zemheri soğuklarında üşümeyi, ağustos sıcaklarında terlemeyi unuttuğunuz, devr-i iktidarın sizi dize getirmeye yeminli intikam tugaylarının burnu kokuyu sektirmez tazı gibi kokunuzu… Devamı

Gün ağarmadan

Nasıl ve nerede başlardı hayatlar… Mesela nüfus cüzdanınızın hanelerinde doğum gününüz ay ve yılıyla yazılardan mısınız? Yoksa ilk nüfus cüzdanını ilk mektebe kaydolurken mecburiyet nedeniyle köy muhtarının arada beş on yaş farkı olanların tümünü günü, yılı, ayı aynı tarihli yazdırılanlardan mısınız? Mesela anneniz sizi dizinin dibine yatırıp masum, ak pak yüzünüzü seyrederken doğum sancısının hangi eş dost sohbetinde ansızın bastırmasıyla, komşunun arabasıyla filanca özel hastaneye nasıl yetiştirildiğini, dünyaya attığınız ilk çığlığınız duymanın mutluluğunu anlatırken sizin de annenizin nur yüzünü hayran hayran seyretmenizden daha insani ne olabilir ki… Ya da o güne değin hiç merak edip dikkatinizi çekmemesine rağmen şöyle kemale… Devamı

Yansıma

O yaz gecesi birkaç arkadaşıyla birlikte oturduğu bahçenin ufku örten koyu yeşil dalların arasından seçmişti karartı halindeki hareketli siluetleri… Her biri diğerinden rahat görünmek için tedirginliklerini içlerine bükmelerine karşın, her birinin tedirginliği diğerini bastırıyordu… Sohbet dedimse öyle yaşlarının gerektirdiği yeni yetmelere mahsus konu ne aşık oldukları kızlara ilişkin Keremvari yangınlar, ne karıştıkları kavgada karşı taraftan bir çimdik bile yemeden Zaloğlu Rüstem’in gürzüne rahmet okutan yumruklarıyla arka arkaya yere serdikleri delikanlı bozuntularıydı… Her biri savaşı, faşist saldırılara karşı savundukları mahalle cenginden ibaret sanan, ruh halleriyle bütün dünyadaki bizimkilerin bütün cephelerdeki savaşlarını üstlenen cephe komutanlarıydı. O günkü sohbetin konusu da buydu. Ülkede… Devamı

Tarla Kuşları

Büyük şehirlerin en meşhur mahallelerinin, en bilinen semtlerinin sıradanlaşmış yaşamların pek anlam veremediği, arkadaşlıkları, dostlukları, düşmanlıklarının kendine mahsusluklarının içine girilemeyen, mavi, beyaz gri, renklerin binlerce ara tonlarının oluşturduğu,  dünyalar kurmada misli menendi olmayan “kent apaşlarının” mekân tuttuğu adresleri olmasının bir sırrının olup olmadığına ilişkin ne eski kutsal kitaplarda ne sayfalarından bilgi sızan ansiklopedilerde rastlanır, ya da vardır da ben ben de bilmiyorum.  Tanırım bu mekânları… Bir zamanlar eğlence merkezlerinin, kısa eteklerinden dolgun kalçaları, devirme yaka gömleklerinden göğüsleri dışarıya fırlayan kenar mahalle dilberlerinin, rakı kadehinde kederlenen, caddelerde efkârlanan bıçkın delikanlılarının gece âlemlerine aktığı mekânlardır.  Nerede o günler… Çapkın kocaların, yeni yetme… Devamı

Karınca Duası

Şehre yeni taşınmıştım, nafakayı sağlamam için “gel, hallederiz” demişti de öyle gelmiştim zaten… Pek karışanının görüşeninin olmadığı bir kahvede garsonluk yapıyordu… Ben biraz, nasıl söylemeli maruzatım var, onun çalıştığı kahveye tesadüfen gideceğim, birbirimizi tanımayacağız… Sabahtan akşama tabanlarım patlıyor, geç vakitlerde mahalleye dönüşümde yorgunluktan fırsat bulursam uğradığım kahvede bir çay içimlik sohbetler esnasında garsonla bakışlarımızla selamlaşıyoruz, birbirimize yanaşmıyoruz, ben müşteri o garson… Isındığım birkaç kişiyle sohbet ediyoruz… Çoğu mevsimlik işçi… Ben yaşta biri kahvenin garsonu, iktisattan terkmiş “benim iktisatçılığım bu işe yaradı diyor, istersen seni yanıma çırak alayım, sonra terfi eder garson olursun”… Bir sessizlik çöküyor ortalığa, içimden “ bu ne… Devamı

Gölge

İçinden geldiğim yaşamın çocukluğunda her şeyin bir duası vardı, onsuz yataktan kalkılmazdı, yemek yenmez su içilmezdi, hatta bir canlıya ya da cansıza bile el sürülmezdi. Dua tanrı kelamıydı, bütün kötülüklerden, musibetlerden, arsızlıklardan, hırsızlıklardan koruma kudretine sahipti. Hırsızlık günahtı, çalmak haram… Bu yaşamın ayrıksı bir çeşnisi, zaman zaman birkaç veledin bir kümesten yumurta aşırması ya da komşunun bağından bahçesinden birkaç erik koparmasıyla sınırlıydı. Evlerinde olmayan bu “ “fazlalıkları” gören anaları, süpürgenin sapını cingöz çocuklarının kıçına yapıştırır, “ bu eve haram girmedi” deyip hızını alamaz, bir tokat daha aşketmek için çocuklarının arkasından koşardı. Kimin aklından geçerdi ki hırsızlık, tövbe haşa… Konu komşunun… Devamı

Göl

Çocukluğunda rüyalarını süsleyen büyük şehir yaşamı, artık bir doygunluk, çekilmez bir bıkkınlık halini almıştı. O fırtınalı günlerde bir avuç arkadaşıyla, hayatın devamı için bir zorunluluk, bir olmazsa olmazlık kazanan devrim mücadelesinin karmaşık dehlizlerinde gezinirler, sabahlara kadar içtikleri birinci sigarasının kül tablasında yatan izmaritlerinin alaylı bakışları arasında herkesin ittifak olduğu devrim meselesinin öncelikli konuları karşısında hep muhalif kalırdı. Fırtınanın gemilerini karaya oturtmasıyla her biri bir yerlere savrulmuş, darmadağınık olmuşlardı. Olsundu be, hayalleri bile cihan değerdi, sonra hayali olmayanın gerçeği de olmazdı ki… O dönemden kalma tek tük arkadaşıyla köşe bucak karşılaştığında sanki aradan yıllar geçmemiş, köprülerin altından çok sular akmamış gibi… Devamı

Erken açan çiçekler

Akdeniz ikliminin insanın içine işlediği en soğuk günlerinden birisi… Rüzgâr poyraz esiyor… Dondurucu soğuk içinize işliyor, dişlerininiz takırdıyor… Ayağınızı yere berkiterek basmasanız, neredeyse asfaltı sökmeye ahdetmiş fırtına, havaya savurduğu çatıların arasına sizi de katıp bir yerlere savuracak… Bir kamu kuruluşunun bahçesinde birbirine mesafeli ağaçların dalları fırtınaya karşı sanki bir dayanışma örneği sergiliyormuşçasına dallarını yukarıdan birbirlerine kenetlemişler… Fırtına, Derinlerdeki köklerine tutunan ağaç gövdelerine karşı amansız saldırılarını aralıksız sürdürüyor. ”Bu size az bile” dercesine, sanki bir eksikliği tamamlıyor gibi bindiren sağanak yağmurda herkes birbirine çarparak sığınacak bir korunak arıyor. İtiş kakış sığındığımız üstü kapalı otobüs durağında kadınlı erkekli insanların arasına birkaç sokak… Devamı

Ada

Şafak sökmeden kalkılırdı, küçük oğlan yatağında döne döne uyuya dursun, karısı koyunları sağar, köpeklerine yiyeceğini, suyunu verir, kendisi çayırlara koyunların kışlık yiyeceği için ot biçmeye giderdi. Kızı dağarcığına Allah ne verdiyse tayınını hazırlar, ıpılıpıl yıldızların altında bin bir çiçeğin kokularının harmanlandığı, berrak derelerin aktığı, serin rüzgârlı tepelerine yaslandığı meranın yolunu tutardı… Mevsim yazdı ama sabaha karşı biraz üşüdüğünü hissettiğinde kepeneğine sarılır, yün döşeğe uzanır gibi uzanıp yattığı toprak döşeğinde renkli rüyalar görürdü. Güneşin ısıtan ilk ışıklarının üstüne düşmesiyle uyanır, yüzüne bir gülümseme yayılırdı. Yazın köyün dar ortamında pek görüşmeseler bile okul zamanı her teneffüs okul bahçesinde birlikte yürürler, kantinde birlikte… Devamı

Simetri

Uyku sersemi bir gece yarısı uyurgezer bir halde kendimi büronun salonunda buldum. Amaçsız, nedensiz, yitik bir şey arar gibi bütün çekmecelerin, rafların, dolapların altını üstüne getirdim. Sarı yaprakları üzerinde yer yer mürekkebi dağılmış, soluk renkli bir defter elime geliverdi. İlk satırlarından itibaren dikkatimi çekti, ilerleyen sayfalarında uykum dağıldı. Bu yazı bu defterin birkaç sayfasından değiştirilmeden alınmıştır. Son sayfasında yazarı muhtemelen bilinçli olarak adını yırtmış, yine muhtemelen bir arkadaşının durum değerlendirmesinin notlarından ibaret olan bu yazının yazarının adını zikredemeyişimin nedeni budur. *** *** **** Danimarka krallığındaki çürümüşlüğün leş gibi kokusunun burun direklerini kırdığı günün birinde, Horaito serserisinin Hamlet’e hitaben “çürümüş bir… Devamı

Mavinin Hikâyesi

Lisede resim öğretmenimdi. Öğrenciler arasında “ Mavi hoca” derdik, lakabı buydu…Yaptırdığı resimlerde mutlaka mavi olmalıydı, değilse basardı sıfırı…Niçin Mavi?… Bilmiyoruz, bir sebebi yok… Öğretmenimize göre elbette diğer renkler de muteberdi, ama illa mavi… Nedenini, niçin’ini bilmiyoruz… Mavi, mavi, mavi… Bana beş santimlik çizgiyi hatasız çizdirmek için az mı emek sarf etti. Gel gör ki bunu ne öğretmenim başarabildi, ne de ben… Doğru çizgi çizdirme konusunda benim üzerimdeki emeğinin heder olduğunu bilirdi de pek sesini çıkarmazdı. Bir gün artık nah şurasına gelmiş olmalı ki yüzüme bir tokat aşk etti, “çizmek için değil çizmemek için eşek gibi inat ediyorsun”… “Hocam dedim, resim… Devamı

KERBEROS MASALI

Hallice bir ailede büyümüştü. Ana-babasının biricik oğlu, ninesinin dizinin dibinde masal çocuğuydu,  masallar dinleyerek büyümüştü. Ninesinin masal belleğinde kötülerin kazanmasına yer yoktu. Maazallah olur ya, kötüler bir fırsat bulup dişlerini göstermeye görsünler, ninesi hokus pokusuyla bu kötülerin hakkından öyle bir gelirdi ki, onları analarından doğduğuna pişman ederdi. Masalın ilerleyen saatlerinde öylece uyuyakalır, dudağında gülümsemeleri kalırdı. Sanki bütün masallar onun gülümsemesi için kurgulanmıştı. Bu gün bile ninesinden kalan masal mirasları dün gibi aklındaydı. Yedi cücelerden Ali Babaya, Bağdat Hırsızından Binbir gece masallarından kadar bütün masal kahramanlarıyla kankaydı, sanki aynı mahallede büyümüşler, aynı yaramazlıkları birlikte yapmışlar, sokak arasında oynadıkları bez futbol topuyla… Devamı

Diktatörün Ölümü

Bir Rind’e has yaşam tarzıyla meydan okumuştu hayata. Kendine özgü direnme gücünün harcına kırmaların, dökmelerin isi sinmemiş, bütün kırılmışlığına, incitilmişliğine rağmen kabalığı, gönül kırıcılığı eşiğinden içeri sokmamıştı.  O, değil sadece dostları nazarında, düşmanlarının indinde de nezaketin ve inceliğin sembolü olmuştu.  “ insan nasıl yaşarsa öyle ölür” vecizesi yalnızca onu tarif ederdi. Çok bilinmeyenli matematik denklemleri gibiydi. Oldukça varlıklı bir aileye mensuptu ve ucu bucağı bilinmeyen bir servetin sahibiydi. Benim gözlediğim yaşam tarzıylaysa Hint fakirlerinden beterdi. Üstü başıyla, gömleği ayakkabısıyla, saçı sakalının dağınıklığı, oturuşu kalkışı ile bir tiyatro oyununda mahallenin saf, aldatılmış bir garibinin yaşamından kesitler sunan profesyonel bir oyuncuydu. “Eğitim… Devamı

Kaçak

İtaatsizliğinin miladını kim hatırlayabilir ki… Hele benim gibi köy yaşamından gelenlerin evin dışına ilk adımını atması efelenmenin ilk raconu, bıçkın delikanlılığın mühürlü nişanesi ise bir ömür silinmeyecek yaşam sicilinde de ilk çiziklerin kazındığı bir kaçaklık öyküsü başlıyor demektir. Bu öykü nerelere uzanmaz ki… Bıyık, büküle büküle kaytan olurmuş ya, insan da daha çocukluğunda ne olduğunu kavrayamadığı, bir anlam verme kaygısı taşımadan tamamen içgüdüsel reflekslerinin yol gösterdiği eyleminin zamanla anlam kazandığını, ele avuca sığmaz haşarılığının yaşamının her dönemecinde bir yenilgiye, bir direnişe dönüşeceğini hangi müneccimin sihirli formülü, hangi astroloğun kozmik verileri açıklayabilir… Anasının patiska bezinden diktiği donuna karabina tabancayı, yatağan palayı… Devamı

Arayış

Ne Musa’ya yaranmak geçmişti aklının ucundan ne İsa’ya hoş görünmek… Musa olup firavunun sırtını yere getirmenin, İsa olup çarmıha gerilme pahasına Roma imparatorlarının tahtını sarsmanın ne sarsılmaz bir inanç, ne bıkmaz usanmaz bir çaba, nasıl eğilip bükülmeyen bir irade ve inanç istediğini bilirdi. Bir firavun bin olmuştu, Roma’nın kimi kaçık, kimi sapık, tümü de zalim imparatorları metamorfoza uğrayıp amipler gibi çoğalmıştı. Dün yeterli olan bugüne azdı, “yetmez” derdi, onların başaramadığını başarmak için onların ötesine geçip limandaki hazır bütün gemileri yakmadan yola çıkılamayacağına inanmıştı. Laf aramızda Musa’ya içerlerdi, “madem asan ile denizi yarma kudretine sahiptin de bütün firavunların kökünü kurutmak yerine… Devamı

AVCI

O günlerden tanışırdık, o atılgan, dışa dönük, biraz da serseri ruhlu biriydi. Ben çekingen, içine kapalı, pek etliye sütlüye karışmayan biri… Yine de severdik birbirimizi. Nereden nereye… Yıllar sonra karşılaşmamız da tesadüftü… O yine bildik o, ben yine bildik bendim… Konu o günlerden açılmıştı… Gel dedi diline biraz acı biber süreyim, seni o günlere dair bir gezintiye çıkarayım… Dikkat et, saltanat kayığı ile sadabada götürmeyeceğim seni, hala anlam veremediğin o günlerin bizine dair bir kesit anlatacağım… Söz onundu, bana anlattıklarını not etmek düşmüştü… Buyurun gezintiye… Öyle bilinir, öyle tanınırdı çevresinde diye başladığı konuşmasını kesmeden dinliyorum.  Adı sanı nedir, kimin nesidir… Devamı

AYMAZIN BİRİ

Kasım ayına neden bu kadar taktığımın cevabı inanın bende de yok. Yıllardır düşünürüm, taşınırım da şöyle incir kabuğunu doldurur “hah, işte bu” diyeceğim bir gerekçe bulamam. Ya da çoktan seçmeli sıraladığım gerekçelerin hiç biri o boşluğu doldurmaz. Yıllardır peşine düşülüp te sizden haberi bile olmayan bir sevgilinin terkedilişi gibi terk edersiniz, ya da terk ettiğinizi sanırsınız… Dalgın dalgın yürüdüğünüz Çınarlı kaldırımın ıssızlığında kopan bir hortumun kurumuş gazel yapraklarının yüzünüze savrulmasıyla prangaya vurulmuş gibi olduğunuz yerde kalakalırsınız. Düş ya da gerçek, ne fark eder, yakalandınız işte… Merhaba, ben Kasım… O çekingenliğinin, endişelerinin, yiğitliğinin ve korkaklığının ayı… Yalnızlığına tüy diken Kasımım ben,… Devamı

Yen

Selami Efendi deyip geçmeyin. Fabrikamızın gözbebeğidir o. Ömrünü, patronun,  patronun gölgesi müdürünün çekilmez afra tafralarıyla geçirenlerin, gençliğini küf kokulu mahzenlerin üstü bir parmak toz kaplamış ahşap rafların efendisi defteri kebirleri dehlizlerin loş ışığının dik merdivenlerinde bir aşağı indir, bir yukarı çıkar talimiyle geçiren büro çalışanlarının, ikide bir makinelerin yamyam dişlilerine kolunu parmağını kaptıranların, “kölelere ancak reva görülen ücretlerin ne zaman artırılacağı” ile kafa yoranların ulaşamadığı “gözdelik mertebesinin”  vazgeçilmezidir Selami Efendi… Anlama yeteneği ne kadar gelişmişse, duyma, işitme, tepki verme, karşı koyma gibi gereksiz şeylere ayıracak zamanı da bir o kadar yoktur. Müdürü leb demeden leblebiyi anlar, görmezlikten gelmesi gereken şeyleri… Devamı

Sessizlik

Çocukluğundan beri çözemediği bilmecesini çözecekti hayatının dağılgan ovasının kuytularında. Issızdı,sessizdi dağılgan ovası. Köy irisi bir yerdi burası, gelip yerleşmişti işte. Soranlara “daha önce yolunun buradan geçtiğini, burayı pek sevdiğini, uzun zamandır da buraya gelip yerleşmek düşüncesinde olduğunu” söylemişti. Kısa sürede öğrenmişti etrafı. Köyün bir yerlisi olup çıkmıştı. Köyün girişinde yer alan düzlüğün adı dağılgandı, dağılgan ovası derlerdi. İşten güçten vakit bulamayan yerlilerin pek uğramaya zaman bulamadıkları,  ıssız, sessiz bir yer. Giderek gününü geçirdiği bir yer olup çıkmıştı. Havalar da güzelse hardal otlarının üzerine sırt üstü uzanır, birbirine karışmış bin bir çiçeğin kokularını içine çeker, uzaktan geçen kuşların, üşütmeden tatlı tatlı… Devamı

Saygılar Delikanlı

O yıllar kamu kuruluşları arpalıktı adeta. Falanca bakandan, filanca müsteşardan ya da hatırı sayılır bir “ağır abi” den torpili olanlar becerisine, yeteneğine bakılmaksızın “münasip bir kadroyla” işe yerleştirilir, bu “müstesna yetenekler” asma kütükleri gibi üst üste yığılırdı. Benim torpilim de beni “münasip bir kadroyla” teknik okulda işe yerleştirdi. Teknik okuldaki kadro “münasipti” ama ben teknik becerilere fena halde Fransız’dım. Torpilim, ciddi bir kamu kuruluşunun genel müdür yardımcısıydı ve hatırı sayılır bir kadın akademisyenin kız kardeşiydi. Akademisyen, o güne kadar tanıdığım insan tiplemesinden ne kadar farklıydı, ne kadar vakur ve onur yüklüydü. Ben onun manevi oğluydum, mutlaka okumalıydım. Her ne kadar… Devamı

Sarı/Kırmızı

Kahvenin yola açılan kapısının berisinde oturduğu tahta sandalyesinde sesini sadece kendisinin duyacağı kısık bir sesle türkü söylüyor. Tanıyorum Cemal amcayı, Erzincanlı. Yetmiş yaşın üstünde. Devlet Demir Yollarından işçi emeklisi, “Hayrola Cemal amca, sesli söyle de bari biz de dinleyelim”… Gözüme bakıyor, gülümsüyor, cemal amcam hep gülümser zaten. “ Avukat” diyor “sen beni salak mı sandın, böyle bir günde bu türkü sesli söylenmez”. Kararı bir buyruk gibi, kesin ve tartışmasız, kestirip atıyor “ sesli söylenmez”. “Ya Cemal amca, söylediğin alt tarafı türkü, sesli söyleyince ne olacak” “Etraf muhbir dolu, Cemal “sarılı” türkü söylüyor derlerse beni alıp doğru kodese tıkarlar. “Neden?” “Halkı… Devamı

Pisi pisi

“Tehlikeli madde, yaklaşma, uzaktan geç”. Neden?. “Ne neden, oğlum salak mısın nesin, şu akaryakıt tankeri uzun aracın arkasında ne yazıyor… “Tehlikeli madde, yaklaşma, uzaktan geç”… Yani, ufuk ötesi ülkelerde gezin, uzaklara git, aradığın her neyse, kusmak istediğin ne haltsa oralarda da çokça var, araman gerekmez, onlar gelir ayağına takılır… “Ama ateş çemberine girme, yanarsın”… Okuduğu gazetenin makalesindeki satırları gösteriyor, pis pis sırıtarak: “ İster sandıktan çıksınlar, ister kışladan. Totaliter liderlerin gidişleri gelişleri kadar havalı olmuyor. “Kullanım süreleri” dolduğunda kendilerini iktidara getiren güç tarafından derlenip, toplanıp deliğe süpürülüyorlar.”… Ne demek istediğini anlamıyorum, söylediklerini de uymuyorum bile. Arkadaşımla çay içtiğimiz kafenin kenarında… Devamı

Sahi mi?

Çekingen, içine kapanık… Kahvenin giriş kapısının önüne konulan tek sandalyeye otururken, birisinden azar işiteceği, ya da küçümsenerek adam yerine konulmayacağı endişesiyle önce garsonun gözüne, sonra yakın masadakilerin gözlerine teker teker bakar, umursanmadığını görünce, başıyla ahaliyi selamlayıp usulca sandalyesine çöküverir… Herkesin birbiriyle haşır neşir olduğu kahvede adını sanını bilen yoktur, merak da etmezler.  Allah’ın bir garibi işte, kim bilir kimin nesi… Dikkatimi çekti, sandalyemi alıp yanına geldim. Oturabilir miyim? Ürküyor, tedirgin oluyor, gözüme bakıyor, azarlayacağımı, ya da “kalk lan buradan” diyeceğimi düşünmüş olmalı… Sadece gözüme bakıyor, sesi çıkmıyor. Affedersin, rahatsız ettim galiba… Yok, estağfurullah, buyurun… Çay içeriz değil mi?… Garsona sesleniyorum,… Devamı

Ses

Bıyıklarımızın henüz terlemeye başladığı yaşlardaydık. Bu yaşlarda insan kendini keşfeder önce ya, bizim önceliğimiz, ilgimiz kendimize ait değildi. Kendimizi merak etmeye zaman bulamadan dünyaya çevirmiştik gözlerimizi… Dünyanın herhangi bir noktasında olup bitenleri dert edinmiş, anlamaya çalışıyorduk. Hiç birimizin diğerinden bir kelime fazla bir şey bilmediği dünyanın ahvalini, ezberlediğimiz matematik formülleriyle çözmeye çalıştığımız cebir problemi çözer gibi çözeceğimize öylesine inanmıştık ki… İçimizde en entelektüeli olan arkadaşımız İşçi Partiliydi. Ona göre İşçiler, Köylüler bu seçimlerde İşçi Partisine oy verecek ve sosyalizm de kurulup gidecekti. İnanırdık o arkadaşımıza… Okulun tatil olduğu günlerde gittiğimiz köylerde propaganda yaptığımız köylüler dinlemezdi bile bizi… Daha babacan olanları… Devamı

YUSUFUN HİKÂYESİ

O günlerin çocukluğundan Yusuf’la ilgili anılarımda ve aklımda kalan tek şey “Pevlili Birdane demiştir ki”… tekerlemesi,  üzerinden geçen yıllara karşın eskimemiş, silinmemiş, beynimde inatçı bir iz bırakmıştır… Yusuf’la aynı yaşlarda, aynı okula giden iki çocuktuk. Ben, Yusuf’a göre daha bir haşarı, ele avuca sığmaz biriydim. Yusuf, hani övgüye değer görülen kız çocuklarına yüklenen “ağzı var dili yok” cinsinden melek gibi bir çocuk… Halamın oğlu… Okul vakti okula, kuran kursu vakti hocaya… Yerli yersiz haylazlıklarım sayılmazsa ben okulu aksatmayan biriyim ama Yusuf okulda nadiren görülür, gelmediği günler için öğretmenden ellerine yediği cetvelin acısıyla kıvrana kıvrana ağlayan biriydi.  Ağıtı kısa sürerdi, kuran… Devamı

Doğu-Batı

En çetrefil sorunlarımıza en pratik çözümler üretenimizdi, arkadaşımızdı anlayacağınız. Sevimli, cana yakın, şımarık kişiliği ile beklenmedik bir başarısızlık karşısında sanki ortada cenazemiz varmış gibi biz asabileşir, burnumuzdan kıl aldırmazken, o ne alımıza ne morumuza aldırış bile etmeden, hatta o sinirli halimizin kendisine tepkiye dönebileceğini umursamadan son derece rahat bir tavırla işi matraklığa vurdurur, zaman zaman içimizden birinin terslemesine sebep olan dalgasını geçerdi… O an, yüzündeki mahcubiyeti gizleyemez, çaktırmadan olduğu yeri terk eder, giderdi. Bizi çileden çıkaran bir olay karşısında yüzünün asıldığına tanıklık eden neredeyse hiç kimse olmamıştı. Doğal olarak içinde yaşadığınız ortamın psikolojisi davranışlarınızı, düşünce ve hareketlerinizi elbette etkiliyor. Bir… Devamı

Yakılacak yazı

Köyün “ yiğit delikanlısı” olmayı, daha ilkokula bile gidecek yaştadeğilken koymuştu kafasına.  Kendisinden neredeyse on yaş daha büyük olan, o güzeller güzelikız, köyün çeşmesinden su taşırken helkesinden ona su içirir, annesi de “kızımı sana vereceğim” derdi de, o kızı herkese karşı korumak nasıl olurdu da onun boynunun borcu olmazdı ki… Bu güzel kız onun namusuydu, kim yan bakabilirdi… Ardından laf eden zengin şımarık çocuklarını alimallah “ahır teresi gibi duvara yapıştırmak”, değneklerine değnekle karşılık vermek yiğitliğin şanındandı da yaşamının sonraki yıllarında duvara yapıştırılan da hep kendisi olacaktı.  Evlerinde, elde avuçta ne varsa fakire fukaraya dağıtmak da hesaba dâhildihani… Yiğitlik vermekle olurdu,… Devamı

Sırası mı şimdi?

Yeminliyim. Şu hayatın bir parçası olmayacağım, ne herhangi bir meşgalesinin içinde de olurum, ne gelgitlerinin, ne meşakkatlerinin, med-cezirlerinin derdine düşerim,  bana ne… Payıma düşen dört günlük ömür, gülüp eğlenip keyfime bakmak varken bana ne elin üç oğlağından, beş keçisinden. Bana ne boynu koparılan papatyalardan, bana ne hedef tahtasında boyunları uçurulan goncalardan… Bana ne bülbülün ahından karganın gakından, derdi beni mi aldı papazın amentüsünün, imamın haçının… Bana ne, bana ne, bana ne… Tanrıların hışmına uğramak, onların gazabını üstüme çekmek neden hoşuma gitsin ki…Gelen ağam, giden paşam… Ben kimseye dokunmazsam, kimse de bana dokunmaz. Bana değmeyen yılanla ne işim olur ki… Haydi,… Devamı

Mevsim takıntısı

Beni böylesine kendine tutsak edecek kadar sarıp sarmalayan Haziranda ne bulurum bilemem ki… Ölesiye yaşanan aşklar mı, canını dişine takacak kadar saf, temiz delibozuk gençliğimizin geleceğe fütursuz koşusuna sinen serden geçmişliğimiz mi, ya da ikindiüstleri kokusunu kilometrelerce uzaktan içine çektiğin, ta Kızılaylardan yalın yapıldak inatla yürüyerek gelip her akşam o tek katlı evin küçücük bahçesinden kopardığın susam gülü mü?  Kopardığın susam gülünü mü koklardın, haziranı mı?..Bunların hepsi, ya da hiç biri… Sel gider kum kalır ya, işte öyle… Yıllar geçer, aylar geçer de Hazirana gelince geçmişe takılır kalırım, ya da haziran bir türlü bırakmaz yakamı… Sabahın erken bir saati… Uzaktan… Devamı

Lavuklar müzesi

Her halinden kent “apaşı” olduğunu ilan eden bıçkın, sağ elini kah yumruk yaparak, kah avuçlarını açarak telefonda konuştuğu birisine iki lafının birinde “lavuk”  diyor. Konuşurken kâh gülüyor, kâh kızıyor, kâh karşısındakini azarlıyor. “ Bak canım kardeşim” diyor “ seni öyle bir gömerim ki, yedi sülalen cin çarpmışa döner”…Sonra sesinin tonu tekrar yumuşuyor, bu kez karşısındakine mahallenin haşarı veledine öğüt veren büyük abi gibi öğütler vermeye başlıyor, sinirleri gevşiyor, yüzüne bir gülümseme yayılıyor. Yanına yaklaşıp elimi omzuna koyuyorum, sanki yakayı ele vermiş bir kaçak gibi irkiliyor, “ne istediğimi soran gözlerle yüzüme bakıyor. “Affedersin, rahatsız ettim galiba”. İğne batırılmış balon gibi sönüyor,… Devamı

Eyersiz atlar

Kışları haşindi oraların. Mevsimler kitaplardaki kronolojik sıralamaya uymazdı. Yaz ne zaman biter, kış ne zaman başlardı Allah bilir. Yumuşak iklimlerin ilkyazında açmaya başlayan begonvillere, güzle birlikte sararıp asfaltı işgal eden akasya yapraklarına yazılan güzellemelerin buralarda yeri olmazdı. Daha güzün başlarında bir başladı mı yağmaya başlayan kar bu coğrafyayı dünyadan yalıtır, her şeyle ve herkesle iletişim kesilirdi. Gümrah ormanların yeşili, sarp dağların başları, uçsuz bucaksız ovaların düzlüklerine tek bir renk hâkim olurdu… Kar… Karın süt beyazı… Akarsular, dereler buz tutar, yemek, çamaşır ihtiyacı sobanın üstündeki bakır kazanda eritilen kardan karşılanırdı. Sabahın ayazında yeldir yepelek giysileri içinde dışarıya atılan ilk adımda toprak… Devamı

Karanlığın sultanları

“Hayat hak etmektir” demiştin ya… Takıldım kaldım, gerçekten yaşanan neydi, hak edilen neydi, çıkamadım bir türlü işin içinden. İnandırıcı bir cevabı var mıydı?. Benim için beynimin bir cevap üretemeyeceği kadar karmaşık bir mesele. Mesela hayal etmek, sonsuz bir ufka dikip gözlerini ufkun ötesindeki cennete ulaşmak için çırpınmak, yarattığın halüsinasyonlara inanmak, ayağına taktığın prangayı söküp atacak güç ve iradeyi taşımana rağmen beynine taktığın pranga karşısında çaresiz kalmak hesaba dâhil miydi?  Hayatı hak etmek uğursuz bir elde tike tike parçalanan ekmek ufaklarının, henüz tarifi yapılmayan bir maharetle kendini çoğaltarak kendi parçalarından bütününü oluşturmak mıydı?  Dünyanın şeyine parmak atmış bilim adamlarının bile cevaplamakta… Devamı

Karanfil kokulu şehirler

İki eski arkadaştılar, uzun yıllarının hücre arkadaşları. İki kişilik hücrelerinde, cezaevinden çıktıklarında bir deniz kasabasının denizi gören yüksekçe tepesinden üzerinde buğusu tüten demli çaylar eşliğinde gün batımını izlemenin hayalini kurmak günlük hücre yaşamının olağan mesaisiydi.  Denize, özgürlüğe olan hasretlerinin biricik öznesi yine denizdi, yine gün batımında güneşin kızıllıklarını da bohçasına doldurup tepelerin üstünden yitip gitmesiydi. Ah, ah… Yaz akşamlarında güneşin denizin üzerinden aşıp gitmesini görebilecekler miydi?. Güneş batınca hava kararırdı, geriye karanlıklar kalırdı. Karanlık sözcüğü ikisinde de istemleri dışında bir ürpertiyi, tedirginliği çağrıştırır, bir süre konuşmadan endişeli gözlerle ve birbirlerinden saklayarak göz ucuyla birbirlerine bakar, ortalık sus pus olurdu.  Birisi… Devamı

Kumsalda yaz

Ah şu Mayıs ayları… “Buna da şükür” dedi, “bunca yıllık yaşamımda elimde kalan tek varlığım sabah serinliği, öğle sıcağı, akşam esintileriyle, hayatın bütün kapıları teker teker yüzüme kapanırken, her aklıma düştüğünde kapısını çaldığım, hiç yüzünü asmadan, gelişimi geri çevirmeden güler yüzüyle beni içeri buyur eden, bağrına basan vefa abidem, arkadaşım,sırdaşım, yoldaşım… Merhaba Mayıs…” Elden ayaktan düşmemişti daha çok şükür, kendi başının çaresine bakabilecek gücü vardı, kendiişlerini kendi görüyordu, kimseye muhtaçlığı da yoktu. Eee, ne de olsa yaş kemale ermişti, eski gücünün, kuvvetinin zindeliği yoktu. Birde şu emekliliğini hak edebilse… Gerçi iki buçuk, bilemedin üç yıl sonra emekli olacaktı. Elin işi… Devamı

Issız bir yer

Tesadüfi karşılaşmalarla başlayan hoşbeşlerin yaşam boyu aranan dostlukların başlangıcı olabileceği kimin aklına gelirdi ki. Sıkıntıya gelemem. Bir bahane bularak günlük yaşamın hengâmesinden kaçıp deniz üstü bir tepede alırım soluğu. Deniz iyi gelir, yalnız kalırsınız, kendinizin altını üstüne, üstünü altına getirir, didişir durursunuz. Etrafınızdaki curcunanın farkında bile olmazsınız. Ne ciddi ciddi yavaş, usul sesle tartışanlar, ne her şeyi gırgıra alıp kahkahayı basıverenlerin gürültüsü dikkatinizi bile çekmez. Yalnızca deniz ve siz… Ara sıra bir meltem eser, gömleğinizi havalandırır, “oyalanma da oku” der gibi önünüzdeki kitabın sayfalarını çevirir, tepenizden sürüyle uçan yaygaracı kuşlar çınar ağacının dallarına tüneyiverir. Bir süre onları seyredersiniz. Sonra yine… Devamı

Damlalar

Aslında şimdiye kadar hiç tanımadığım, içinden geçmediğim, kahvelerinde bir bardak çay bile içmediğim o ilin kasabasını beynimde ulaşılmaz bir diyar, benim kutsal mabedim yapan duygu birikimi o kitabın içinde saklıydı. Yeni okumuştum eski, yıpranmış sayfalarına okyanusları sığdıran o kitabı. Şeyh Bedrettin’in varidatı ve üstüne Nazımın Şeyh Bedrettin Destanı… Destanın her satırı ezberimde, yolda belde, yatarken, yürürken dilimin ucunda hep o destanın dizeleri…  Kitabın her sözcüğü, her satırı nakış nakış işledikçe beynime, destanın her satırı dalga dalga geçtikçe gözümün önünden, olayın geçtiği, hiç görmediğim, hakkında adından başka hiçbir şey bilmediğim, hiç görmediğim o il ve kasaba bir tutku olup çıkmıştı… İl… Devamı

Bir entellektüelin iç sıkıntısı

“Kendi dilimiz nerede? Kendimize, aynı saflarda mücadele ettiklerimize anlatamadığımız bir şeyi başkalarına nasıl anlatırız. Sen insansın, belinin kamburunu doğrult, beynine yüklenen prangalara teslim olma, bu esaretindir, bütün bildiklerini yırt at, sözüme kulak ver, kalk ayağa demenin dilini neden öğrenemedik hala… Bütün insanlığın üstüne çöken bu yapışkan, yılışık, arsız sisi nasıl dağıtacağız”… Onlar İki eski arkadaşlardı, gençliklerinde aynı örgüt saflarında mücadele etmişler, ayni ideal için işkencelerden geçmişler, yıllarını cezaevlerinde geçirmişlerdi. Uzun zamandır birbirlerinden haber alamamışlar, nihayet filanca şehirde buluşmak için sözleşmişlerdi. Sarılıp kucaklaştılar, hal hatır sordular, yeniden yeniden kucakladılar birbirlerini. İkisi de değişmişti, saçları ağarmıştı, içinden çıkılması mucizelere kalmış birçok derdin… Devamı

Amin

Yorucu bir günün akşamında önüme çıkan, gözüme çarpan ilk kahveye kapağı atıp , şöyle bir sandalyeye yaslanıp bir sigara eşliğinde demli çayla yorgunluğumu atacağım. Şehrin orta halli bir mahallesinin ara sokaklarından yürüyorum. Vişne rengi gömlekli garson kahvenin bahçesine çay servisi yapıyor, açık hava iyi gelecek. Sessizce yaklaşıp boş masaya bakıyorum. Yüksek sesle tartışıyorlar mı kava mı ediyorlar pek farkına varmadığım öfkeli bir tonuylakonuşanın sesi diğerlerini bastırıyor. Beş altı kişilik bir grup, belli ki arkadaşlar ya da birbirlerini tanıyorlar. Yakınlarına oturup tedirgin etmek istemiyorum. Boş bir masa var, o da aksi gibi burunlarının dibinde… Oturacak bir yer aradığımı anlamış olmalılar ki… Devamı

Pusu

Hikâyeyi, kendi babası anlatmıştı. Kadere bakındı, üç yıl önce de babasının hayranlığını kazanan bu kadının oğluyla evlenmiş, bir buçuk yaşında da bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. “Anne” dedi, “yüz ve alın yapısı, gözleri ne kadar da sana benziyor”. “Elbette dedi, o benim bir parçam, tabi benzeyecek”. Çocuğu kucağına aldı, kucaklayıp öptü. Kaşına, gözüne, yüz yapısına baktı, hayretle kendiyle torunu arasındaki benzerliği gördü. “Torunuma yaşayabileceği bir dünya bırakamadım, hiç olmazsa iyi nine olacağım, ona bildiklerimi, dünümüzü anlatacağım. Her halde benden yana utanacağı bir leke taşımayacak”… Gelini, kaynanası hakkında kendi babasından olsun, kocasından olsun epeyce şey dinlemişti de şu “leke” meselesine bir… Devamı

Büyülü Ay

Bir şairin her şiirini sever misiniz, bilemem ama sanki onlarca yüzlerce şiiri arasında sizi şak diye yakalayan bir şiirinin tümü ya da birkaç dizesi en olmadık zamanınızda bir yerinizden yakalar, siz yaşadıkça sürmene bıçağının yürek başınızda açtığı derin, silinmez bir iz gibi, durmadan zonklayan bir yaranın kendini hatırlatması gibi hatırlatır durur dizelerini. Önce, o sizi sarıp sarmalayan dizelerdeki aromanın farkında bile değilsinizdir,  sizin için sadece bir şiirdir, önce okuduğunuz bir şiirden sonra gelen, duygulandığınız, hüzünlendiğiniz, öfkelendiğiniz bir şiirdir sadece.Dilinize pelesenk etmediğiniz, olur olmaz yerde mırıldanmadığınız, özel bir çağrışımı da olmayan sadece bir şiirdir. Şiir hayatı mı yakalar, hayat şiiri mi… Devamı

Tabiat Bilgisi

“Benim oğlum büyük asker mektebinde okuyacak, şöyle pırıl pırıl üniformaları ile çivi gibi, bastığı yerleri titreten bir başçavuş olacak” demişti dedem. “Kara başçavuş diyecekler, onu gören herkes korkusundan gizlenecek yer arayacak”. Hükmetmek, dedeme tanrı vergisiydi, hükmetmek için yaratılmıştı. Onun torunu bu mirasını devralacak “ kara başçavuş” olarak hükmedenler sınıfına katılacaktı. Bu gün dedemi tebessümle anarım. Avuç içi kadar köyde gümüş kamçısıyla topuklu çizmesinin gücüyle hükümdarlık düşü kuran dedem, acaba “hükmediyorum” derken hükmedildiğinin farkında mıydı? . Babamla arası iyi değildi, konu komşuyu sık sık tembih eder, “ benim kara başçavuşumu okutsun” dermiş. Ama önce dinimizi öğrenecektim, bütün duaları ezbere öğrenip, elif… Devamı

Issız bozkırın alacakaranlığında kocaman görünen yıldızların altında ayın ışıkları gözkapağında oynaşıyordu. Hayatın anlamı, mutluluk yaz gecelerinin serinliğinde bütün kaygılardan uzak, endişelerden azade olmaksa, bu tam da kendini tarif eden bir andı, hiç bitmeyecek olan ve hiç bitmesini istemediği… Başını gökyüzüne çevirdi.  Ay çıplaktı, yıldızlar çıplaktı. Ovanın sık, yeşil dallı selvilerinin, dikenli böğürtlen çalılarının arasından birer birer fırlayıp çıkan, göz açıp kapayıncaya kadar firari kaçaklar gibi sayısız sürüler oluşturan, bozkırın gri toprağını aydınlatıp hemen gökyüzü anasının kucağına kaçan ateş böcekleri çıplaktı.Başının üstündeki gökyüzü, ayağını bastığı toprak, çalılıkları yurt yuva tutmuş börtü böcek, sığ derelerde varaklayan kurbağalar, yelelerini rüzgâra verip rüzgârla yarışan… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-39

– DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bu yazı dizisi 38. bölümde bitirilmek üzere planlanmıştı. Ancak, yazının bütününde hep bir “ eksiklik duygusu” nun rahatsızlığı bir türlü yakamı bırakmadı. Yazıda eksik olan ulusal kapitalizm döneminde devletin rol ve fonksiyonu ile küresel kapitalizm döneminde devletin rol ve fonksiyon farklılığının da altı çizilmeliydi. Bu bölümde bu konu irdelenecektir ve bunu başardığım oranda bir kendimi bu rahatsızlıktan kurulmuş sayacağım. Kapitalizmin iç dinamiği ile geliştiği merkez kapitalist ülkelerde devleti oluşturan, organize eden rol ve fonksiyonunu belirleyen burjuvazidir. Bağımlı ülkelerdeki durumun böyle olmadığı gözlenmektedir. Bağımlı ülkelerde devleti oluşturup organize eden, rol ve fonksiyonunu belirleyen burjuvazi değildir, tersine bu ülkelerde… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-38

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-  Küresel kapitalizmin belirleyici olmaya başladığı 20.yüzyılı son çeyreğinden bu güne kadar olan en kaba ve gözle görülür olanı burjuva demokratik hak ve özgürlükler için işçi sınıfının ve toplumun diğer yönetilen kesimlerinin sahip olduğu ekonomik ve demokratik hakların adım adım geri alınarak, bu hakların korunmasına yönelik tepkilerin “ güvenlik önlemi” adı altında bastırılması, yasaklanması, cezalandırılmasıyla burjuva demokratik hakların ortadan kaldırılmasıdır. Bundan en çok zarar gören toplumsal kesimin ise emeği ile geçinen halk kesimleri olduğu tartışmasızdır. Yönetici sınıfın/burjuvazinin “siyasal zor” a başvurmasının nedeni,   kendini yeniden üretebilir, yeniden burjuva meşruiyeti içinde yönetebilir olanaklarının ortadan kalkmasıdır. Bir başka deyişle yoğunlaşan sömürünün devamı… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-37

 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME-  Küresel kapitalizmin bütün yerkürede egemenliğini tesis ettiği 21. Yüzyılda devrim ve örgütlenme stratejisi ulusal kökenli tekelci burjuvazinin parçalı hegemonyaya sahip olduğu 20. Yüz yıl örgütlenme ve mücadele stratejisiyle bire bir örtüşmez. Kapitalizmin işleyişindeki değişiklikler ve ortaya çıkardığı ilişki ve çelişkiler devrim ve örgütlenme anlayışına olduğu gibi yansır. Dünün göze görünmeyen, ortaya çıkmayan olguları bu gün gerçeklik olarak toplumsal ilişkilerin ortasına gelir oturur ya devrimci hareket saflarında ya da karşı devrim saflarında değişikliklere neden olur, paradigmalar değişir. Yönetici burjuvazi cephesinde meydana gelen artmalar ya da eksilmeler, çelişki ve ilişkilerde meydana gelen değişim, aynılıklar ve farklılıklar devrimci hareketi ilgilendirir, ittifaklar… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-36

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- 21. yüzyıl kapitalizmi/küresel kapitalizm/ gerek kendi çağından önceki 20. Yüz yıl tekelci kapitalizmindin gerekse doğurduğu ilişki ve çelişkiler açısından önceki dönem kapitalizminden farklılıklar gösterir. Bu farklılığın toplumsal yaşamda kavranması öncelikle sınıf mücadelesinin yöneliminin, araç ve gereçlerinin, örgütlenme ve mücadele biçiminin, sınıflar ittifakının farklılaştığının da kavranmasızorunluluğunu beraberinde getirir. Her dönem kendine has koşullar içinde değerlendirilir ve dönemin özelliklerine uygun mücadele biçimlerinin ve örgütlenme tarzının da dönemin koşullarına uygun inşasını zorunlu kılar, devrimci hareketin başarısının temel koşulu da buna bağlıdır. Neden-sonuç ilişkileri bağlamında tek tek ülkelerde gerçekleştirilen Rus ve Küba devriminin genel değerlendirmesi özetle; 1-Devrimci öğreti, devrim için öncelikle nesnel… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-35

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-  Bu başlıktaki yazılarımızın önceki bölümlerinde ulusal egemenlikçi tekelci kapitalizmin, kapitalizmin gelişim yasaları gereği küreselleştiğini, 20.yüz yılın son çeyreğine kadar az çok parçalı görünümünü koruyan kapitalizmin 21. Yüzyıl başlarında küreselleşerek yer küre ölçeğinde homojenleştiğini vurgulamıştık. Bir başka deyişle küreselleşme tek tek kapitalist ülkeler adıyla anılan ve parçalı bir görünüm oluşturan –Alman tekelci emperyalist kapitalizmi, ABD emperyalist kapitalizmi, İngiliz emperyalist kapitalizmi gibi- ulusal kökenli tekelci kapitalizmi 21. Yüzyıldan itibaren küresel kapitalizm olarak homojenleşmiş, hegemonik kimliğini kabul ettirmiştir. Bugün ulusal kökenli tekelci kapitalizmin dünya pazarlarındaki payını küresel kapitalizme kaptırması karşısında kaybettiklerini yeniden kazanmak için atağa geçmiş görünüyor. Küresel kapitalizmin egemenliği ele… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-34

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizm, kitlelerin yaşamı üzerindeki negatif yıkıcılığının sonuçlarını sistemin partileri üzerinden manipüle ederek kendini temize çıkarmada tarihsel tecrübeye sahiptir. Egemen ideolojiye göre “yönetememe” beceriksizliği iktidar partilerinindir. Yıpranan iktidar partileri kapitalizmin günah keçileridir ve kitlesel tepkiler sistemin bu partisine yönlendirilerek sistemin yedekte tuttuğu “alternatif” siyasal oluşumlar  “kurtarıcı” olarak sunulur ve bu “ alternatif” siyasal oluşumlar adım adım siyasal iktidara hazırlanır. Bu süreçte kitlelerin yıpranan iktidar partisine karşı tepkileri bilenir, gösteriler ve protestolar bu meşrebe uygun gösterilere, sokak eylemlerine dönüşür. Kitle yönlendirme araçları, yazılı ve görsel basın buna göre dizayn edilir, yönetmeye aday siyasi partiler tanrının gökyüzünden gönderdiği bir mesih, insanlığın… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-33

 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME- 21. yüzyıl başlarında Avrupa’nın imrenilecek demokrasileri çok değil yirmi beş-otuz yıl öncesinin nostaljisi ile avunuyorlar. Balayının bittiğini, cicim aylarının geride kaldığını Avrupa halklarından sır sıklar gibi saklıyorlar. Onlara, refah, kalkınma ve özgürlük vaat ediyorlar. Başkaca hiçbir veriye gerek kalmaksızın Avrupa’nın kent ve kasaba halkları “bir şeylerin hiç de iyiye gitmediğini”, ancak neyi nasıl yapacaklarınıda bilmeden günlük pratik içinde yaşayarak öğreniyorlar. Genç ve eğitimli kesim içindeki işsizlik oranı artıyor, işçi ve memurların sosyal hakları birer birer geri alınıyor, emeklilerin alım güçleri sürekli düşüş gösteriyor. Kapitalist dünyanın, Asya’da ve orta Doğuda ilerici güçlere ve Sovyet etkinliğine karşı adeta vahşet laboratuvarında… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-32

 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin 2008 krizini neden aşamayacağına ilişkin veriler nedir, kapitalizm cephesinde neler oluyor, tekelci ve küresel kapitalizme karşı dünya işçi sınıfının mevcutolanakları nelerdir?. Son on yıldır kırık fay hattı üzerinde sendeleyen kapitalizmin eli kulağındaki yıkıcı depremin etkisini nasıl atlatacaklarının telaşıyla akıl hocalarının, ekonomi ve siyaset bilimcilerin tartışma ve kurtarma önerileri dünya siyasal gündemini de işgal etmiş durumdadır. Akıl hocaları krizin yapısallığı ve boyutu hakkında akıllarının kendilerine de yetmediğini fark etmiş olmalılar ki krize ilişkin açıklamaları kusursuz bir cehalet örneği, kapitalizmin krizden kurtulması için önerdikleri yolun ise çoktan izbeye çevrildiğini, kapitalizmi ipten kurtaran yol ve yöntemlerin kullanılmakla tüketildiğini bilmezlikten gelmeyi… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-31

 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin çapsız akıl hocaları iş başında… Yazılı ve görsel medyada, politik arenalarda “krizden kurtulmanın” reçetelerini yazıyorlar… Krizi tanımlamaları da pek bir âlem… Kahrolası Amerikan papazı yüzünden dolar fırladı, Euro yerinde duramıyor, musibet te geldi şaşmış gibi bizi vurdu… Anlı şanlı ekonomistler, siyasal bilimciler “harıl harıl “ kurtuluş reçetesi” yazmakla meşguller… Kapitalizmin bugünkü sözcüleri de öncülleri gibi yalancı ve sahtekâr. Kendilerine verilen görev kapitalizmin akut/ağırlaşmış ölümcül gerçeğini gizlemektir ve başarıyla değil, ellerine yüzlerine bulaştırarak arsızlıklarını sergiliyorlar… Sanıyorlar ki-hayır sanmıyorlar, bal gibi biliyorlar ki- Türkiye’yi vuran kriz Türkiye ile sınırlıdır, iktidarda şu parti değil de bu parti olsaydı, şu partinin… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-30

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- C) KÜRESEL KAPİTALİZM DÖNEMİNDE DEVLET: Yazının yazıldığı gün, dünya egemenlerinin Davos’ta “Dünya ekonomik formunu” toplamaları bir tesadüf olsa gerek. Ancak dünya egemenlerinin kapitalizmin içinde bulunduğu duruma ilişkin kendi ağızlarından çıkan tespitleri ise tesadüf olmayıp, küresel kapitalizmin cepheden çekilen fotoğrafıdır. Davos’un egemenlerinin 2018 yılı için küresel kapitalizm açısından öngörüleri şöyle: %93 ü ekonomik ve siyasi çatışmaların , %79 u askeri çatışmaların artacağını, %78 i yerel çatışmaların artacağını öngörmüşler…. İngiliz araştırma kurumu Foxamın 2017 yılı dünyanın toplam gelirlerinin %82 sinin %1 azınlığın elinde olduğuna ve yine istatistiki bilgilere göre dünyanın toplam gelirinin %50 sinin yalnızca 40 kişinin elinde olduğu ve… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-29

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- 2-TEKELCİ KAPİTALİZM DÖNEMİNDE DEVLET Kapitalizmin ruhu bunalımdır. Hastalığın, toplumun tüm kesimlerinde hissedilebilmesi, kokuşmuşluğun ortaya çıkmaması için tekelci kapitalizm döneminin beklenmesi gerekirdi. Kapitalizm sermaye birikimini tamamlamıştır. Şişen sermaye birikimin yoğunluğu ile orantılı pazarlara ihtiyaç duyar. Oysa tekelci aşamaya geçilmesiyle birlikte egemen kapitalist ülkeler tarafından dünya pazarları paylaşılmıştır. Sermaye birikim sürecini geç tamamlayan Almanya ve İtalya’nın Pazar paylaşımının yeniden bölüşümünü gündeme taşımalarıyla birlikte 1. Paylaşım savaşı patlak verecektir. Bir başka ifadeyle emperyalistler arasındaki çelişkinin şiddeti, çelişkinin ancak savaşla çözülebileceği keskinliktedir. 1. Paylaşım savaşı çelişkilerin çözümü yerine sermayenin bunalımını ağırlaştıracaktır. Savaşın çatlaklarından Sovyet devrimi doğacak, dünyanın altıda biri kapitalist pazarın dışına… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-28

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalist sistem işleyiş biçimi genel olarak homojen bir bütünlük oluşturur ve sistemin parçaları bu bütünlüğe eklemlenen uyumluluk gösterir, onun özelliklerini taşır. Bir önceki bölümde devletin dönüşümünün irdeleneceği belirtilmişti. Devlet kendiliğinden dönüşmez, onu dönüştüren faktör, üzerine oturduğu üretim ilişkilerinin niteliğidir, üretim ilişkilerinin değişmesi, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran sınıfların ve bu sınıfların egemenlik aracı olan devletin de üretim ilişkilerinin niteliğine bağımlı ve uyumlu olarak değişip dönüşmesidir. Bir başka ifadeyle mevcut üretim ilişkileri üretici güçleri geliştirdiği sürece, “yönetim aygıtı olarak devlet” yönetilenlerce sorunsuz, kitlesel rızaya dayalı olarak yönetilir ve yönetenler  “yönetme meşruluğunu”  da buradan alır. Devletin, üretim ilişkilerinin tarihsel süreç… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-27

Peki ama küresel kapitalizmin irili ufaklı  merkez ve bağımlı ülkeler burjuvazilerinin kopardığı bu gürültü neyin nesidir, bu hırçınlaşmanın anlamı nedir?.  Kestirmeden şu söylenebilir: Çelişkinin çifte karakteri… Birincisi; sistemin yapısal bunalım ve krizlerinin süreklilik kazanmasıdır. Gerçekten, sermaye birikim süreci ulaşmış olduğu aşama itibariyle, kapitalist sermaye kimliğinden uzaklaşmıştır, daha doğrusu kapitalist sermayeye sanayi sermayesidir ve sermaye birikimi reel alanlara yapılan üretken sermayenin sömürüsü sonucu oluşmuştur. Küresel dönemde sanayi sermayesi, reel yatırım alanlarından uzak, istihdam yaratmayan, banka, bono, borsa gibi alanlarda şişen finans sermayesidir. Yerinde olarak bazı bilim adamlarının ironik tanımlamasıyla “kumarhane” sermayesidir.   Oldukça şişkindir, bunalım ve krizleri de şişkinliği ile doğru orantılıdır. … Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-26

Bu başlıkta irdelenmeye çalışılan “Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme” yazı dizisi 25. bölümde bitirilmeye çalışılmıştı. Ancak, özellikle bağımlı ülkelerin otokratik iktidarlarının yüksek sesle efelenmelerinin küresel kapitalizmin iktidarları tarafından “ti” ye bile alınmaması son günlerin yoğun tartışmaları neredeyse bir 3. Paylaşım savaşının kaçınılmazlığına ilişkin beklentileri yoğunlaştırdı. Beklentinin gerekçelerini oluşturanlar tezlerini özellikle “Ulusal devlet” kategorisinde gördükleri Çin ile yine aynı kategoriye yerleştirdikleri ABD arasındaki hegemonya çekişmesine bağlamakta, Çin’in artıları olarak Rusya, Hindistan gibi ülkeler birlikte tasnif edilirken ABD nin müttefiklerinin kim olduğuna ilişkin bir açıklık getirilmemektedir. Soruna bu şekliyle bakışın maddi temeli yoktur. İki hegemonik güçten birisi olan Çin, deyim yerindeyse Asya’nın ABsidir,… Devamı

Hayat Hikâyeleri-03

Taşı toprağı altın olan İstanbul’un yüzündeki rujları akmış, bir süre makyajı bozulmuş pejmürdeler gibi köşe bucak saklansa da kendini daha fazla kamufle edememişti. Siluetin ön yüzü ihtişam, arka yüzü köprü altı çocukları, ucuz orospu pazarlarıydı. Yazları neyse de kışları soğuktu, zorlama nefesler avuç içlerini bile ısıtmıyordu… Aş yoktu, ekmek yoktu… Taşındaki toprağındaki altınları zamane uyanıkları keselerine doldurmuştu da birilerinin payına da gayrimeşru hayatın renklerinde acımasızlık pazarında cümbüş eylemek düşmüştü. Gece karanlığında parlayan bıçakları birbirlerine işlerdi, birbirlerine kabadayı, birbirlerine katil ve birbirlerine kahramandılar. Sayısız arka sokakların görecek ne gözü vardı, ne düşünecek beyni… Her şeyin muhtacıydılar da kendilerini kimlerin muhtaç bıraktığını… Devamı

Hayat Hikâyeleri-05

“Tesadüf, sadece tesadüftür” dedi. “Nerede, nasıl, niçin neden gibi sorular sorup cevaplar alarak kendini açığa çıkaran iç bağlantıları bir türlü kabullenmez, o bir gizdir ve bundan hoşlanır. Onunla daha çocuk yaşta, ortaokula başladığım yıllarda bizi hangi tesadüflerin bir araya getirdiğini, yaklaşık kırk yıldır da siyam ikizleri gibi hiç ayrılmadığımızı nasıl açıklayabilirim. Belki sosyolojik bir açıklaması, psikolojik, ruhsal bir bağlantısı vardır bu “siyam ikizliğinin”  de benim bunları açıklayabilme kabiliyetimin, bilgi birikimimin olmadığını peşinen kabulden başka umarım yoktur. Bir tesadüftü işte onunla ortaokula başlarken yollarımızın kesişmesi”. O anlattı, ben dinledim. Bu yazının edebi olma gibi bir iddiası yoktur. Bazen anlatırken heyecandan sözcükleri… Devamı

Hayat Hikâyeleri-04

“Hayat hikâyeleri” başlıklı yazılarını görünce “karşılaştığımızda söylerim, şayet onu tanımış olsaydı mutlaka ben söylemeden şimdiye değin onun hayat hikâyesini de yazardı” demekten kendimi alamadım. “Hayrola” dedim, “senin yazı çizi işiyle pek ilgin olduğunu düşünmemiştim. “İşte dedi”,  “elbette muharrir değilim ama senin hayat hikâyeleri yazını görünce aklıma geldi de sana söylemeden de edemedim, yazacağını düşündüm”. Tane tane anlatıyordu. İlk gençlik yılları… Genç olduklarını bile hatırlamadıkları, bıçkınlıktan, delikanlılık raconunu kesmekten uzak, bir genç kızın değil elini tutmak dönüp bakmaya bile fırsat bulamadıkları yıllar… Ateş yılları yani… Bir evde bir geceden fazla kalınamayan, sürekli yer değiştirmek zorunda kaldıkları yıllar… “Sanki karşımda duran sen… Devamı

Tekerleğin İcadı

Boynuna boyunduruk vurulan öküz kendini ayrıcalıklı hissetti ve her şey tekerleğin icadıyla başladı. Beşbin yıl önceydi ve Avni Arbaş gem almaz atların muhteşem tablosunu yaptığında henüz tekerlek icat edilmemişti ve  Nazım henüz Bursa cezaevinde değildi.  İbrahim Balabanın ise “ıslah edilmiş öküzlerin” boynu bükük tablosunu resmetmesi için beş bin yıl beklemesi gerekmişti. Her şey tekerleğin icadıyla başladı ve Balaban boynunu boyunduruğa uzatırken kendini ayrıcalıklı sayan öküzlerin tablosunu beş bin yıl sonra resmetti.   İbrahim Balaban İlkokulu bile bitirmemiş kan davalısını öldüren gözü açılmamış bir köy delikanlısı iken Nazım “ İbrahim bak bunlar öküz” deyivermişti de öküzlerin içinde büyüyüp öküzleri görmeyen Balaban şaşakalmıştı. Balabanın ressamlığı da böyle başlamıştı ve ustası Nazımın kendisine fark ettirdiği öküzleri başkalarının da fark… Devamı

KARANLIĞIN YÜRÜYÜŞ KOLU

Gece başlarken gümüş parlaklığı ışıklarıyla aydınlatacağı yeryüzünde, gülümseyen insanların yüzüne düşmeyi bekleyen dolunay, pususuna düştüğü bulutların arasında esir alınırken kurt ve çakal seslerinin uğultuları gökyüzünü sarar… Yarı uykudaki bedenler huzursuzlanır, kımıldamaya başlar. Teker teker çoluk çocuk bütün ev halkı uyku mahmuru gözlerini ovuşturarak endişeyle birbirlerine bakarlar.  Baba, güngörmüşlüğünün tecrübesiyle sakin görünmeye çalışır, aslında en çok korkan da odur ama korkusunu içinde saklayarak kuruyan boğazını ıslatmak için bir bardak su ister. “Yine nerede kim boğazlanmıştır, kimlerin ocakları söndürülmüştür”… Kurt ve çakal ulumaları gecenin altını üstüne getirir… Başı çaresiz öne düşer “ ya sıra bizdeyse”… Göz ucuyla oğullarına, gelin ve kızlarına, torunlarına… Devamı

“SOL” VİCDANDIR…

Gecenin geç bir vaktinde uyku tutmadı, rast gele bir TV kanalını açtım. Bir yabancı film… Tıp fakültesinde bir bilim insanı öğrencilerine anatomi dersi veriyor, kadavra maketi üzerinde organların yerini gösteriyor… “İnsanın kalbi sol taraftadır… Beynin sağ tarafında hareketlerimizin kontrolünün sağlayan bir lob bulunur”… Gerisini dinlemedim.  Gülümsediğimi hatırlıyorum, bir arkadaşımın “sol vicdandır” , sağ lopçudur” tekerlemesi geldi aklıma… Bir beyin sürüklenmesi miydi beni anatomi dersinden “sol vicdandır” ve “ sağ lopçudur” tekerlemesine alıp götüren… Belki… Belki de son günlerin yolsuzlukları, hırsızlıklarıydı, deveyi hamutuyla yutanların geğirmeye bile gerek duymaması, pişkinlikte emsallerinin bulunmamasıydı… Yoksa “Denizin parkası” mıydı? Sahi kimdi bunu söyleyen?. TV lerin… Devamı

Hayat Hikâyeleri-02

“Size bir şey sorabilir miyim”? “Elbette, buyurun hanımefendi”… Ona “hanımefendi” diye hitap etmem epeyce garibine gitmiş, dalga mı geçtiğimi yoksa ona bir insana duyulan saygı gereği mi hanımefendi olarak hitap ettiğimi anlayamamış olmalı ki, kızgınlık belirtisini saklayıp gizlemeye gerek görmeden hızla yanımdan uzaklaştı. Pek oralı olmadım. Daha sonraki günlerde “hadi be sen de” tavrını ısrarla sürdürdü. Müdavimi olduğum, eş dost buluşup sohbet ettiğimiz, tavla oynadığımız bir lokalde garsondu. Onu daha önceden tanıyan birkaç kulağı kesik “ o biçim kadınlardan” olduğunu etrafa söylemiş, söylemiş olmanın ötesinde onunla krallara layık geceler geçirmişler, filanca gün sabaha kadar bilmem hangi barda, falanca gün bilmem… Devamı

Hayat Hikâyeleri-01

Pazartesi günlerini hiç sevmedim, geçerli bir gerekçem, belli bir sebebim de yok. Sanırım tamamen içgüdüsel bir tepki. Düşünsene ben orta halli bir özel şirkette ücretli bir çalışanım. Haftanın altı günü üzerime düşen işlerin yorgunluğu bir tarafa şirket sahibinin bir halta yaramaz yakınlarının afra tafralarına iç geçire geçire bir hal olmuşsun, gözün iki de bir saatin yelkovanında… Mesai bitse de kendimi bir dışarı atsam… Medarı maişet derdi işte, şöyle geri çekilip elinde ne varsı, Allah ne verdiyse, patronunu, müdürünü, bunların bokunda boncuk görmüş görgüsüz akraba taallukatını alıp karşına, şöyle sıraya dizip baştan sona şırak, şırak ses getiren tokadı yapıştırıp, sonra da… Devamı

Düş ve Gerçek-12

“Sen düşlerinin adamısın, hayallerin ayaklarını yerden kesiyor, bulutların üstünde geziniyorsun, yeryüzü umurunda bile değil”. Yıldırım gibisin, hepimizden hızlısın, onu senin dışında bir başka arkadaşımız yakalasaydı beynini patlatırdı. Seni ne zaman anlayacağız, ya da sen kendini ne zaman anlatacaksın… Bir şey söyle, davranışına bir gerekçe bul, ikna et bizi… Gözünü budaktan esirgemediğini bilirim, bu piçlerin arasına tek başına dalıp çil yavrusu gibi dağıttığın dillere destan… Bu piçi tam yakalayıp ele geçirmişken yufka yürek kesilmeni anlamıyorum. “Boş ver bunları” dedim, “ne ben kendimi size anlatayım, ne de siz beni anlama zahmetine katlanın”… Çay içelim mi?… “Şu soğukkanlılığın çıldırtacak beni yav, ben ne… Devamı

Düş ve Gerçek-11

Pazartesi günlerini hiç sevmedim, geçerli bir gerekçem, belli bir sebebim de yok. Sanırım tamamen içgüdüsel bir tepki. Düşünsene ben orta halli bir özel şirkette ücretli bir çalışanım. Haftanın altı günü üzerime düşen işlerin yorgunluğu bir tarafa şirket sahibinin bir halta yaramaz yakınlarının afra tafralarına iç geçire geçire bir hal olmuşsun, gözün iki de bir saatin yelkovanında… Mesai bitse de kendimi bir dışarı atsam… Medarı maişet derdi işte, şöyle geri çekilip elinde ne varsa, Allah ne verdiyse, patronunu, müdürünü, bunların bokunda boncuk görmüş görgüsüz akraba taallukatını alıp karşına, şöyle sıraya dizip baştan sona şırak, şırak ses getiren tokadı yapıştırıp, sonra da… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-25

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME Kemalizm konusuna eğilişimizin nedeni küresel kapitalizm döneminin Türkiye’sinde “Kemalizm’in bir çıkış olacağı” çağrısı değildir. Türkiye solu, ikameci dayatmaları elinin tersiyle iterek tarihinin özgün ve maddi temellere oturan analizini yapmak, uluslararası ilerici, sosyalist, komünist hareketlerin değerlendirmelerini esas alarak sınıf mücadelesindeki yerini saptamak yerine ve üstelik Türkiye devrimci hareketinin de bu konudaki analizlerini görmezlikten gelerek uluslararası emperyalist/kapitalist güçlerin amaçlarına uygun saptırmalarına rağbet edilmesinin açmazlarına dikkat çekmektir. Günümüzde bu konuda etkin iki sapmanın üzerinde durmak yerinde olacaktır. Birincisi, Kemalizm’le tarihi sorunu olan, aydınlanma karşıtı dinci gerici ve diğer sağ güçlerdir. Bugün AKP etrafında kümelenen bu güçlerin Kemalizm’e saldırısı açıktır ve anlaşılırdır…. Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-24

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin serbest rekabet önemine denk gelen dönemde, burjuvazinin yönetim biçimi burjuva demokrasisidir. Üretici güçleri ve dolayısıyla toplumu geliştirici, dönüştürücü, toplumun farklı sınıf ve tabakalarının siyasal desteğini sağlamanın rahatlığı içinde meşru yönetim biçimleriyle yönetmektedir. Her iktidar kitle desteğini sağlayabildiği ölçüde meşru yönetim sınırları içinde kalır, yönetebilmenin siyasası budur. Rekabetçi kapitalizm dönemi de burjuva iktidarların güçlü kitle desteğine sahip olduğu dönemdir. Bu dönemde Avrupa’nın farklı ülkelerinde meydana gelen devrimci eylemlerin başarısızlığının nedeni budur. Haziran ayaklanmalarının, Paris Komün eyleminin başarısızlığının nedenini burada aramak gerekir. Kitlesel hoşnutsuzluk genel olarak işçi sınıfının/sanayi proletaryasının ve dar bir alanla sınırlı sınıf bilinci taşıyan yandaşlarının sınırlıdır…. Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-23

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bir nesnenin hangi yönünü görmek istiyorsanız o yönü gösteren pencereden bakarsınız. Nesnenin tümünü görmek istiyorsanız o nesnenin tümünü görüş alanına alan Marksizm penceresinden bakarsınız. Yazı dizisinden güdülen amaç, Kemalizm sorununa “övgü ve sövgünün” ötesinde bütünlük bakabilmek, tamamını görebilmek ve devrimci hareketin “nasıl yaklaşılmalı” sorusuna katkıda bulunmaktır. “Ulusal Kurtuluş mücadele tarihi iki yüz yılı aşkın Latin Amerika’da Jose Marti bütün Latin Amerika’nın kahramanıdır ve mirası Latin Amerikalı devrimcilere aittir. Jose Martinin anti sömürgeci/antiemperyalist olduğu tartışmasız olduğu kadar antikapitalist olmadığı da tartışmasızdır. Bugün Latin Amerika’nın istisnasız bütün devrimci hareketleri Jose Martinin antiemperyalist yanına sahip çıkarlar ama aynı zamanda Marksist geleneği… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-22

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Yarım yamalak laisizme tahammül edemeyen ve iktidarı önünde aşılmasını elzem gördüğü, iktidar olma ve iktidarı sürecinde bir yanına dinci kesimi bir yanına etnik milliyetçi kesimi ve pişmanlık kuyruğuna giren liberalleri alan, toplumun dönüştürülmesini hedefleyen AKP iktidarının arkasında kim vardır… ABD-AB patentli “ Milli irade…”… Kemalizm meselesine bakışın mihenk taşı şudur: Gelinen noktada, bir program olarak gerçekleştirmeyi amaçladığı amaç ve amaca ulaşmak için kullanılan araçların tartışmaya mahal vermeyecek açıklığa kavuştuğu bugün toplumun itildiği açmaz, bulunan noktadan geriye düşüş müdür?. AKP iktidarından biraz daha geriye bakmakta fayda var… Özetle; Dinci hareketin toplumsallık kazanmasının temel taşları 12 Eylül faşizminin “Atatürkçü” paşaları… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-21

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Tarihsel ve toplumsal devrimlerde devrimci sınıf, kenedi tarihinin ilericilik vasfından ve birikiminden yararlanır. Bu niteliğe sahip toplumsal tabaka ve katmanların kitlesel niceliğini devrimci hareketin potansiyeli, örgütlenmede ihmal edilmez ve hatta öncelikli toplumsal bir güç olarak görür. Bir önceki bölümde “ salt sınıfçılık” anlayışının eleştirisi yapılırken, aynı hastalığın Türkiye’de sol çevrelerde revaçta olduğu görülmektedir. Salt sınıfçılık anlayışın reddiyesi doğal olarak devrimci harekette hangi sınıf ve tabakaların işçi sınıfının müttefiki olduğu, olacağı sorusunun da irdelenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Kemalizm sorunu açıklıkla, tarihsel ve güncel verileriyle, övgülerden ve komplekslerden uzak, sınıf hareketine etkisinin artısı ve eksisi ile tartışılması gerekir. Kemalizm’in… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-20

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- “Salt sınıfçılık” sapması,  dünya devrimci hareketinde, özellikle Rus devriminde tartışılmış, Türkiye devrimci hareketinde de yansımaları olmuştur. Sorun devrimci sınıf hareketinin  ittifakları sorunudur, bir başka deyimle hangi sınıf ve tabakalarla beraber, hangi sınıf ve tabakalara karşı mevzi alınacaktır? Sorunun Rus devriminde ele alınışı, “işçi köylü” ittifakıdır. Devrimin öncü gücü RSDİP’in ( Bolşevik Parti) ideolojik ve örgütsel öncülüğünde modern Rus proletaryasının yoksul kır emekçileriyle Çarlığa karşı ittifakı Çarlığı devirecektir. Şehir küçükburjuvazisi, küçük mülk sahipleri bu ittifaka dahildir. Devrimi gerçekleştirecek sınıfların niteliği gereği bu devrim bir sosyalist devrim olmayacaktır. Rus devrimci hareketinde bu devrim “İşçi-Köylü” ittifakı olarak adlandırılacaktır. Yani devrimin niteliği… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-19

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bu başlık altında yazı dizisi hazırlanırken, zorunlu olmadıkça kapitalizmin aşamalarını sayısal veriler ve istatistiklerle boğmaya çalışmadık. Amacımız da zaten bir “iktisatçı” nın rakamsal verileriyle hareket etmek değildir. Kapitalizmin gelişimini bir Marksist devrimcinin gözünden izlemek, analizlerin vardığı sonuçların sınıf mücadelesinin mücadele, örgütlenme ve toplumun hangi sınıflarıyla hangi bağlamda mümkün olabileceği ittifaklarına ilişkin öneriler sunmaktır. Kapitalizmin doğumundan bugünkü aşamaya kadar olan irdelemelerin ortaya koyduğu sonuç şudur: Kapitalizm, sermaye birikiminin yoğunlaşmasıyla doğmuş olduğu ana karnı “ulus devletin” sınırlarına sığmıyor, bu sınırlar bu “ şişkinliğe” cevap vermiyor. Bu olgu küreselleşmesinin nesnel koşuludur.  Yer kürenin en ücra köşeleri bile küresel kapitalizmin pazarlarına açarken,… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-18

-DEMOKARSİDEN FAŞİZME- Küresel kapitalizm, içinde bulunduğu kronik bunalımdan, yönetemediği krizden yeni bir Pazar/paylaşım savaşının  koşullarını yaratarak ya da zaten kapitalizmin yarattığı koşulların  açmazdan yeni bir paylaşım  savaşıyla çıkmayı mı öngörmektedir?. Gerçekten kimilerinin dediği gibi, emperyalist/kapitalizmin çelişkileri bir üçüncü dünya savaşını kaçınılmaz mı kılmaktadır?. Bu yönde bir beklenti içinde olanların ileri sürdüğü gerekçeye göre Kapitalist sistemin Jandarması ABD nin Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin ekonomik büyümesinin gerisinde kalması sonucu ekonomik, siyasi teknolojik ve askeri alanda hegemonyasını kaybetmesi, doğan boşluğu bu güçlerin doldurmasıdır.  Özellikle Çin’in Asya ve Afrika’da etki alanlarını genişletmesi, buna Kapitalist sistemin ve hegemonyacı gücünün sessiz kalmayacağı ve yeni bir… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-17

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Küresel kapitalizm, içinde bulunduğu kronik bunalımdan, yönetemediği krizden yeni bir Pazar/paylaşım savaşının  koşullarını yaratarak ya da zaten kapitalizmin yarattığı koşulların  açmazdan yeni bir paylaşım  savaşıyla çıkmayı mı öngörmektedir?. Gerçekten kimilerinin dediği gibi, emperyalist/kapitalizmin çelişkileri bir üçüncü dünya savaşını kaçınılmaz mı kılmaktadır?. Bu yönde bir beklenti içinde olanların ileri sürdüğü gerekçeye göre Kapitalist sistemin Jandarması ABD nin Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin ekonomik büyümesinin gerisinde kalması sonucu ekonomik, siyasi teknolojik ve askeri alanda hegemonyasını kaybetmesi, doğan boşluğu bu güçlerin doldurmasıdır.  Özellikle Çin’in Asya ve Afrika’da etki alanlarını genişletmesi, buna Kapitalist sistemin ve hegemonyacı gücünün sessiz kalmayacağı ve yeni bir… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-16

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bir önceki bölümde içinde bulunulan zaman diliminde yerkürede, “bir şeylerin” olduğunu, kitlelerin kendiliğinden eylemlerinin eylem içinde antikapitalist devrimci karakter kazandığının altı çizilmişti. Kitleler cephesinde olup bitenler özetlenmeye çalışıldı.  Kısaca, küresel kapitalizme karşı yerkürenin değişik ülkelerinde ardı ardına patlayan kitlesel hareketler birbirini tamamlayan, birbirini etkileyen ve tetikleyen helezonik hareketler olarak zaman zaman yoğunlaşan, zaman zaman dinginleşen bir seyir izlemiştir. Devrimci kitlesel yükselişin karşısında iktidar sahipleri bu yükselişi seyretmez, karşı devrimci güçlerin yıkıcı, ölümcül önlemleri devreye girer. Provokasyonlar, sabotajlar, eylemin ve önderlerinin gözden düşürülmesi, manipülasyonlar bir birini izler. Kısaca karşı devrim, yıkıcı ucu iktidara dokunan hiçbir ilerici/devrimci harekete hoş görü… Devamı

Düş ve Gerçek-10

Hayranıydı şövalyeliğin roman, öykü, masal kitaplarına yansıyan yüzünün. Gerçi henüz farkında değildi; daha yedi, sekiz yaşlarındayken dedesinin uçkur lastiği ile bağlı beline yarım metrelik karabina tabancasını sokup, bir yandan donunu düşürecek kadar ağır silahı donuyla birlikte tutar, bir yandan da komşu kızlarının evleri aynı hizada olan pencerelerine üşüşüp kendisinin akranlarından farklılığını görmeleri için göz ucuyla etrafı kollarken bir “çocuk şövalye” olduğunu nereden bilebilirdi ki?… “Küçük dağları” yaratan afisiyle ağır ağır köy meydanına inerken Kamalı Musa bile yolundan çekilir, babası abisi yaşındaki büyükleri başlarını hafifçe öne eğerek ellerini göğüslerini bastırır, eyvallah derlerdi. O esnada tanrının mutlak kendisine yazgılandırdığı kız, suyolunda kendisini… Devamı

Düş ve Gerçek-09

Kara kıtanın bir ucunda, etrafı yüksek ve dumanlı dağlarla çevrili vahşi kabilelerin yaşadığı bir vadide,  dört keçisinin memesinin sütüyle geçinen yaşlı  kadın ağzında çiğnediği enfiyeyi tükürürken “ başımızda bir devletimiz olsa, keçilerimi, çakallardan korusa dedi”. Keçilere sinsice yaklaşan bir çakal, keçilerden birine dişlerini geçirip kaptığı gibi yıldırım hızıyla uzaklaştı. Kadının yüzündeki çizgiler derinleşti, keçisinin ardından bakakaldı. Sonra bir devletleri oldu. Kalan üç keçinin ikisini de devletleri aldı elinden. Bakakaldı kadın. “Yanlış mı yaptık yoksa” dedi. Ben oradaydım. Avrupa’nın göbeğinde bir ülkede, bilmem hangi eylemin sorumlusu olarak aranan bir anarşist, bir nokta kadar görünmez olup, bir virgül kadar kıvrak en donanımlı… Devamı

Düş ve Gerçek-08

En yakın arkadaşıydım, rahatsızlanmış. Doktora gitmeyi kabul etmemiş. Evine götürmüşler. Divana uzanmış, boylu boyunca yatıyor. Başucuna toplanmış bir kaç eş dost yol açtılar, yanına oturdum. Boncuk boncuk terliyordu, alnındaki terini sildim, adını seslendim, kapalı olan gözlerini açarak yüzüme baktı, konuşacak dermanı yoktu. “Bir şeyler mırıldanıyor ama ne söylediği anlaşılmıyor” dediler. Ben gelince odadakiler birer ikişer evi terk ettiler, baş başa kaldık. Öylece yatıyor, durmadan terliyor, anlaşılmayan bir şeyler sayıklıyor. Başucunda İlya Ehrenburg’un “Paris Düşerken” adlı kitabı var. Yanına iyice yaklaşıp sayıklamalarını anlamaya çalışıyorum. Aşağıda okuyacağınız sayıklamalar, noktası virgülüne dokunmadan onun uyku aralığındaki sayıklamalarından derlenmiştir. “Düşlerin soysuz ve okşayıcı çığırtkanlığı gerçeğin… Devamı

Düş ve Gerçek-07

Şu yaz sıcağında sonu gelmez, üst perdeden tartışmalara konu “edebi kuramlar” konusunda ne kendi kafamı şişirmeye ne de sizin başınızı ağrıtmaya niyetliyim. Olan, olduğu yerde kalsın. Hayat yaratılan suni gündemleri silip süpürüyor, bildiğince akıp gidiyor, içinde olmayan, ona kan can vermekten uzak hiç kimseyi iplemeden…  Hafifliğin yıkıntıları kokmuş çöp yığınları gibi burnumuzun dibinde sağa sola savrularak paçalarımıza yapışsa da… Hafiflik dedim de… Gece fırtına koptu… Yağmur sicim gibi iniyor. Şimşekler, intihar dalışı yapan kamikazeler gibi çapraz vuruyor caddeye, kocaman binaların tepelerini yalayıp geçiyor.  Rüzgâr, gurbetten acı haber getiren tren sesleri gibi acı acı uğuldayarak şehri ayağa kaldırdı… Köklerinden kopmuş koca… Devamı

Düş ve Gerçek-06

Akdeniz’in Temmuz sıcakları herkesin bedenine çöker, derilerinin gözeneklerinden yağmur yağarcasına terler boşanırdı da o, herkesin nefes almaktan şikâyetçi olduğu bu nemli sıcaklarda, güneşin altında mayıs serinliğinde koşarak yürür gibi yürürdü uzun mesafeleri. Herkes bedenlerine yapışan nemin boğuculuğundan kurtulmak için serin, gölge yerler ararken o, beyin kıvrımlarına yapışan nemin boğuculuğundan kurtulmak için kendini, adını bile bilmediği mahallelere,  tenha sokaklara vururdu… Yürürdü, inadına yürürdü… Ta ki bacakları kendisiyle inatlaşıp tökezlemeye, ayakları suratlarını asmaya başlayıncaya kadar yürürdü… Sıcaktı hava, insanı bayacak kadar sıcak, nefes almasına izin vermeyecek kadar boğucu, terden sırılsıklam edecek kadar yapışkan… Mermerden sfenks değildi ve elbette herkesin etkilendiği kadar etkilenirdi… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-15

 -DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Küresel kapitalizmin kendini dayattığı 1990 lı yıllar aynı zamanda ideolojik örgüsünün de örüldüğü yıllardır. S. Huntington sınıf mücadelesi yerine “ medeniyetler çatışmasını” ikame ederken (farklı etnik kökenlilerin, farklı dinsel ve mezhepsel inançların), Fukiyama çoktan kapitalizmin/neo liberalizmin ebediyetini, sonsuzluğunu ilan etmişti bile. Gerçekten bu yıllarda küresel kapitalizm,  iki ideoloğunun aynı kapıya çıkan  zırvalarını Yugoslavya’nın parçalanmasında sahneye koymuş, bir yandan özyönetimci ve farklı etnik köken ve dinsel/mezhepsel inançtan insanların aralarında yarattığı kışkırtmalarla birbirine kırdırmış ve Huntingtonun “ medeniyetler çatışması” nı doğrulamış, diğer yandan kapitalizmin küresel pazara uygun yapılanmasında engel olan “kapitalizmin pazar dışı” alanını kapitalizmin alanı haline getirirken Fukiyamanın “ebedi… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-14

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- “Devlet” olgusunun görünen yüzünü meşru hukuk normlarına uygunluk gösterdiği dönemlerle sınırlı olarak “temiz bulan” burjuva demokrat aydınları, kapitalizmin artan bunalımlara ve içinden çıkamadığı krizlere paralel olarak yükselen sınıf mücadelesi karşısında  gerçek yüzünü sergilemekte duraksamayan devletin, o “meşru hukuk normlarına uygunluk gösterdiği” dönemleri pek severler ve kitlesel hareketlerin yükselişi karşısında bütün zor güçlerini sahneye süren devleti temize çıkarmak için bu durumu “ derin devlet” terimiyle açıklamaya çalışırlar. Devletin “meşru” görünümlü yapısının altında sakladığı sopanın etrafı kırıp geçirdiğine görünce de şaşar kalırlar. Kaldı ki, burjuva demokrat aydınların bu yaklaşımının dayanakları, her ne kadar bugün için ulusal kökenli tekelci burjuvazinin ve… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-13

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bu yazı dizisinin muhtelif sayılarında, 2. paylaşım savaşının yıkıntılarının üzerinde hızlı bir büyüme gerçekleştiren ve bu büyümenin sonucu merkez kapitalist ülkelerde işsizliğin azaldığı ve kitlesel refahın yaşanmaya başladığı ve kapitalizmin altın çağı olarak adlandırılan 1960-1975 yıllarının siyasal/politik ve kültürel sonuçlarına bakarak kapitalizmi vaftiz eden ve kutsayan burjuva ideologlar ummadıkları bir zamanda başlarını taşa çarpmanın şaşkınlığı içinde bocalamaya başlamışlardır. Ne olmuştu da tıkır tıkır işleyen kapitalizm, freni patlamış ağır vasıta araçları gibi önüne gelen her şeye çarpmaya, her şeyin alt üst olmasına neden olmuştu. İşler eskisi gibi gitmiyordu, işsizlik yeniden uç vermeye başlamış, enflasyon başını kaldırmış, toplumsal/kamusal harcamalar kısıtlanmaya… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-12

-DEMOKARSİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin merkez kapitalist ülkelerde “refah devleti” görünümü veren, ikinci paylaşım savaşının yıkıntıları üzerine inşa edilen sermayenin reel yatırım alanlarına yönelerek Pazar alanları bulduğu,  ekonomik büyümenin kitlesel refahla at başı gittiğive “kapitalizmin altın çağı” denilen 1960-1975 yıllarını kapsayan bu dönemin yıldızı çabuk sönmüştür. 1980 yılların başında kapitalizmin yapısal musibeti bunalımların uç verdiği ve krizlerin kapıda görünmeye başladığı yıllardır. Bu yıllar, sıçrama yapacak birikimi sağlayan küresel kapitalizmin “Neo liberalizm” adı altında saldırıya başladığı dönemin de başlangıç yıllarıdır. Kapitalizmin beşiği İngiltere’de “monetarizm” olarak adlandırılan spekülatif sermayenin para politikalarının topluma dayatıldığı yıllardır. Monetarist politika kamu harcamalarının kısılması, çalışanların ücretlerinin düşürülmesi, istihdam alanlarının… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-11

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Tekelci aşamaya girmesiyle birlikte, tarih sahnesine çıkarken ürettiği kendi değerlerine yabancılaşan, gericileşen kapitalizmin “ altın çağ” olarak adlandırılan 1960-1975 yılları arasında yeniden bir “yükselişe geçiş” ivmesi yakalaması, kapitalizmin sonunun yaklaştığına ilişkin tespitlerle çelişir mi?. Şayet sorunun kaynağı, sınıfsal/toplumsal çelişkilerin artmasında aranacaksa bu tespit bir çelişki olmayacaktır, ancak kapitalizmin sonuna  yaklaşma sürecinin bir aşamasında kısa vadeli “sağlıklı” görünmesi mümkündür. Bu olgu ancak ölümünü geçici bir süre ertelemesi olarak görülmelidir. Adı geçen dönemde kapitalizmin sıçrayış yapmasının başlıca iki nedeni üzerinde durulmalıdır. Birincisi, 2. Paylaşım savaşının yıkıntılarının ekonomiye kazandırdığı canlılıktır. Savaş sonrası Avrupa’nın harabeye çevrilmesi, milyonlarca insanın ölmesi, yersiz yurtsuz kalmasının… Devamı

Düş ve Gerçek-05

Baş, yastıkla buluştuğunda, ya derin uykularının bir anında ya da uyur uyanık uyku mahmurluğunda başlar düş görmeye ya, ben uyanmak istemediğim düşlerimi hep uykularımın ötesinde gözlerim açıkken gördüm. En anlık olanları bile bir ömre bedel düşler… Aşağı Yukarı aynı temalı düşler… Çocuktum, ufacıktım… Hayır, ne çocuktum, ne de ufacık… Sırma boylu dal gibi bir delikanlı da değildim… Belki bıyıkları yeni terleyen, yaşamı hayranlık dolu bir şaşkınlıkla izleyen, çok az şeyi anladığını sanan, birçok şeyi hiç anlamadığından emin yeni yetme bir delikanlı… Postalla kafasına basılan, meydanın ortasında dövülen, hakaret edilen bir isimsizin postal altında ana avrat fütursuz küfürleri… Korkunun ve meydan… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-10

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Faşizm, tarihin hangi sürecinde ortaya çıkmıştır, bu sürecin maddi ve toplumsal zemini nedir?. Bu zemin var olduğu sürece faşizm tehlikesi de varlığını sürdürecek midir?. Kapitalizm öncesi toplumlarda tanık olunan otoriter yönetimlerle faşizm arasındaki fark nedir?. Doğru bir sentez doğru bir analizin sonucudur. Yanlış başlangıçlardan doğru sonuçlar elde edilemez. Politik/siyasal süreçler kendisini doğuran, var eden maddi koşullar üzerinde ortaya çıkar ve toplumu şekillendirir. Tam da bu süreçte, ne daha geç, ne daha erken… Siyasal/politik sistemler, kendisini doğuran maddi koşulların özgün bir evresinde egemenlik araçları olarak bu maddi güç tarafından belirlenir, uygulama şeklini alır ve organize edilir. Bütün siyasal/politik sistemler… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-09

Avrupa Birliği ile ilişkilerin görünür yanının gerginleşmesiyle başlayan “eyvah demokrasimiz yok ediliyor” feryadına çok şükür C. Başkanının Brüksel ziyareti sonrası “AB ile on iki aylık takvim kararlaştırdık” açıklaması yüreklere su serpti.  Sağdan sola bütün yelpaze şöyle bir sallandı, TV’lerde açık oturumlar, uzmanların ulemaların yorumları, yazılı ve görsel basının “derin yorumları” çeşniye yeni tatlar katarak hepimizi mest etti.. Umudumuzu kestiğimiz demokrasimizin ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğuna dair menkıbe koro halinde tekrar okunmaya başlandı.  . Yaşasın… Hükümetimiz, AB kriterlerine sadakatini göstermiş, demokrasimizin geçici aksaklıklarının giderilmesiyle yeniden tıkır tıkır işlemeye başlayacağından zerrece kuşkumuz kalmamıştır… Akademisyenlerin açlık grevleri sora erecek, işlerine iade… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-08

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Tarihsel –kültürel geleneğimizin sorunlara yaklaşım biçiminin sosyal/siyasal olguları “ “sonuçlar üzerinden değerlendirme” sığlığı ile bu yazı dizisi, okurlarından olumlu olumsuz epeyce tepki topladı… Örneğin “ Silvan’da, Şırnak’ta yaşananları ne zaman göreceksin, tek laf etmiyorsun” ya da “  AKP iktidarının uygulamaları hakkında ne düşünüyorsun” v.b gibi adeta “yazması, okunması zaman alıyor, bir fotoğraf çek, bakması daha kolay olsun”,  “ormanı boş ver,  tek tek ağaçlara bak“ gibi bize has itirazlara aldırış etmeden küresel kapitalizmin aşamalarını, bu aşamalarda ortaya çıkan sorunlara devrimcilerin ürettiği çözüm yollarını ve küresel kapitalizmin mevcut durumu itibariyle önümüze koyduğu sorunları irdelemeye devam edeceğiz. Sebebini anlamaya kafa yormadığınız,… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-07

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin farklı evrelerindeki süreçlerde ortaya çıkan değişikliklerin irdelenmesinde varılmak istenen amaç, bu süreçlerin doğurduğu ve bu süreçlere paralel olarak gelişen, değişen, sürecin özelliklerini taşıyan siyasal/politik olguların kapitalizmin ekonomik gelişim ve değişiminin üzerinde yükseldiği gerçeğinden hareketle, sınıf mücadelesinin bu değişikliklere göre şekillendiğidir. Her değişiklik gerek kapitalizm açısından gerekse işçi sınıfı açısından yeni durumlar yeni olanaklar, yeni güçler yaratır.  Değişen durumlar karşısında geçmiş dönemlerde doğru tahlil edilmiş sınıfsal analizler hükmünü yitirir, işe yaramış, başarı yaratmış örgütlenme biçimleri değişen dönemle birlikte mevcut duruma cevap vermez. Aynı durum burjuvazi için de geçerlidir. Yeni durumla birlikte yönetme, baskı, tehdit, şantajın biçimleri değişir, kitlesel… Devamı

Düş ve Gerçek-04

Herkes gibi benim de beceriksizliğimi makul bir gerekçenin arkasına saklanarak haklı gösterme hakkım yok mu yani, var hem de bal gibi var. Sevgili arkadaşlarım sizden daha çok hak görüyorum kendime bunu… Hiç olmazsa o müthiş yiğitliğinizin ben de zerresinin olmadığını biliyorum ve meydan okuma cesaretinize hayranım da nefesinizi ve nefsinizi koruyarak maraton koşmak yerine yüz metre bayrak yarışının daha startı verilir verilmez bir daha kalkmamacasına kapaklanıp kalmanız bana traji-komik geliyor. En babayiğitlerinizin arkasına bakmadan şapkalarını alıp kaçmaları da bir alem… Üzülerek öğreniyorum ki eski pehlivan pazarlarında bile alıcınız kalmamış, ortalıkta kala kalmışsınız. Ne de olsa eski arkadaşlarımsınız ve yeteneğinizi iyi… Devamı

Düş ve Gerçek-03

Geriye dönüşleri sevmem de yine de bilmem kaç yıl öncesinden o cin gibi çocuğun pırıl pırıl zekâsıyla verdiği dersi unutamam bir türlü. Kaçak yaşadığımız evde masanın üstünde gördüğüm gerici basının başını çeken bir gazetenin varlığına önce aldırış etmemiş, mütemadiyen geliş gidişlerimde yenilerini görünce kükremiş, hiddetle bu faşist basını eve kimin soktuğunu sormuştum. Kızgınlığım karşısında duraksamış, “ben okuyorum” deyivermişti. Sanırım tepkimin şiddete dönüşeceği endişesiyle biraz da paniğe kapılmıştı. Amacım şiddete başvurmak ne kelime korkutmak filan da değildi, bu gazetenin eve girmemesi, buna para verilmemesi konusunda uyarmaktı. Sesimin tonunu kıstım, halk düşmanlarının sözcüsü bu gazeteyi eve sokmasının, bu paçavraya para vermesinin bize… Devamı

Düş ve Gerçek-02

Gel, seninle kırk yıl geriye gidelim. Demir tavında dövülür, söz de zamanında söylenir. Söylenmeli, yaşananlar bir insanın yaşamının olağan, normal yaşamı değil ki… Kan ve ateş hattında, sessizce, vakur, onurlu insanların, yaşamı yeniden yaratanların destansı trajedisi… Normal bir ülkede yaşamıyorsun ve kırk yıl önce üstlendiğin yaşamın insanlaşmasındaki üstlendiğin, bunun için yaşamını ortaya koyduğun görevinin üstüne düşenini yerine getiremedin, bu gün bu görevi üstlenen, bayrağı devralan devrimcilere borcun var.  Bilmeliler ve anlamalılar ki, engel sadece mücadele ettiğin güçler değil, keşke temizlenmesi gereken taşlar sadece bunlardan, gözle görülür olanlardan ibaret olsaydı, işimiz mutlak daha kolay olurdu… Biz bu taşları temizler, toprağı cennet… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-06

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bir önceki bölümde özetlenen kapitalizmin ekonomik/siyasi ve politik güncel görüntüsünün üzerine oturduğu “zemine”, yani kapitalizmin dününe ilişkin örüntülerin irdelenmesine yeniden dönülmelidir. Üzerinde ısrarla durduğumuz “ Ulusal kökenli tekelci kapitalizmin küresel kapitalizm tarafından yutulduğuna” ilişkin tezimiz yoğun itirazlara uğramakta, ileri sürülen savların içeriğinde olmayan sonuçlara varılmaktadır. Farklı gerekçeler ve farklı söyleyiş biçimleriyle ileri sürülmesine karşın, tümünü ortak ifadesi ulusal kökenli tekelci kapitalizmin üzerinde, onu yutan ve yer kürenin tamamında egemenlik üreten “küresel kapitalizm” kavramına olan itirazlardır. Yani, bir başka deyişle itirazcılar itirazlarına Lenin’i dayanak göstererek anti Leninist doğmalarını Lenin’e mal etmekte ve küresel kapitalizmi Lenin’in neden görmediğini, bu teorinin… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-05

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Bugüne değin siyasal/sosyal  tarihin verileri Ulusal kökenli tekelci kapitalizmin gerek tek tek ülkelerdeki gerekse sistemin genelindeki evrelerini ve bu evrelerde ortaya çıkan ilişki ve çelişkileri irdelemekten ibarettir. Bu elbette doğru bir yaklaşımdır ve tarih elbette toplumların önüne çözebileceği sorunları koyar. Ancak 21. Yüzyılın hemen başlarında siyasal ve sosyal tarihin tekelci kapitalizmi irdeleyen verileriyle açıklanamayacak baş döndürücü hızla gelişen olaylara tanık olundu ve dünü açıklamada kusursuz olsalar bile bugünü açıklamaya dünün paradigmalarıyla yaklaşımlar kısır döngüye dönüştü ve mevcut durumun dünün paradigmalarıyla açıklamaya çalışmaktaki ısrar devam etmektedir. Dünün verileriyle bugünü açıklamak  ısrar etmek, net ve kavranabilir, yaşama geçirilebilir sınıf tavrının… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-04

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- 21. yüzyılın başlarında hani şu “ tarihin sonunun geldiğini” ilan eden meşhur   liberalimiz, emperyalist/Kapitalist merkezlerin anlı şanlı Üniversitelerinin profesörü Francis Fukiyama,  bu yazının kaleme alındığı tarihten sadece bir hafta önce , tarih ve toplum bilimin şaşmaz gözlemcileri Marks ve Engels’i küçümser eda ile, ilan ettiği “tarihin sonunun geldiğini ve sınıf mücadelelerinin bittiğine ” ilişkin “ o çok derin kehanetinden” çark ederek  aslında ne dedi?. “Meşhur liberalimiz” diyoruz, çünkü Fukiyamanın eylediği kelam “kralım babanız zurna çalar mıydı” türünden, içini başka tür bir sözcük bulup dolduramadığımız düzeydedir ve böyle anılmasını hak ediyor. Fukiyamanın kralının zurna çalıp çalmadığını bilmiyoruz ama kendisinin… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-03

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- 17. Yüzyılda yaşamış bir gezginin nostaljik notlarını okusaydık galiba şöyle yazmış olacaktı:  “Dış görünüşü görkemli derebeyi şatolarının içinde keder ve hüzün vardı, uçsuz bucaksız imparatorluklar kaynayan kazan, imparatorlar sinirli ve gergin, şato malikleri geleceklerinden umutsuz, derebeyleri bütün ihtişamlı görünümlerine karşın tedirgin ve ürkekti”. Ekonomik yaşama ticaret yollarını tutarak başlayan, önceleri “ zararsız tüccarlar” olarak görülen, bütün sınıfsal inşasını “ para üzerine” kuran, yaşadığı dönemin yaşam tarzına, maddi ve moral değerlerine uygun olmayan bir sınıf çıkıyor tarih sahnesine. Burjuvazi… İmparatorlukları maddi olarak ablukaya alıyor, ticaret alanları, parasal hacimleri genişleyip büyüyor ve fetihçi imparatorluklar, savaş harcamalarının içini boşalttığı hazinelerini bu… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-02

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Kapitalizmin, tekelleşmenin de ötesine geçerek küresel nitelik kazandığı 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, kapitalizmi “ temize çıkarmakla” görevlendirilmiş liberal hödüklerin çırpınışlarıyla devam edeceğiz ama kapitalizmin görüntüsünün fotoğrafının görüş alanımıza getirilmesi gerekmektedir. “Kapitalistler kötü olduğu için kapitalizm de kötüdür” gibi içsel bir hastalığa dışsal bahaneler aramak” ve bu cümleden olarak “kötü kapitalistlerin yerine iyi kapitalistlerin gelmesiyle kapitalizmin sorunsuz ve sonsuza kadar genel geçerliğini ispatlama kurnazlığına soyunan liberalizm heveslilerinin kısaca sergileyeceğimiz “kapitalizmin fotoğrafı” karşısında başlarını öte çevireceklerine eminiz: Kapitalizm bir sistem olarak bireylerin, devletlerin kontrolü dışında çalışır. Sistem içinde yer alan bireyler de devletler de kapitalizmin işleyiş araçlarıdır. Kapitalizm, Sırf bir… Devamı

Ulusal Kapitalizmden Küresel Kapitalizme-01

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME- Marksistlerin ilk elden -Marks ve Engelsin teorik düzeyde, Lenin’in teorik ve pratik düzeyde-  iktisadi yapısından sosyal ve kültürel, felsefi ve ahlaki yapısına uzanan oldukça geniş bir yelpazede kapitalizmin ipliğini pazara çıkaran kapsamlı çalışmaları burjuva dünyasında paniğe neden oldu. Erken Marksizm döneminde Marksist ekonomi politiğe Kautsky ve Bernstein eliyle “cepheden saldırmayı” yeğleyen burjuva ideologları, saldırılarının Marksizm’i doğrulamaktan başka işe yaramadığını anlamalarıyla içine düştükleri çaresizliği  “ kaleyi içten fethetme” kurnazlığını keşfederek “Marksizm’i çürütme” gayretkeşliği ile Marksizm’e saldırı görevini kalenin içine yerleştirdikleri Marksist görünümlü kapitalizmin sadık ideologlarına bıraktılar. Yaklaşık iki yüzyıldır “Marksist görünümlü”  burjuva ideologlar eliyle sistematik olarak sürdürülen bu saldırıların… Devamı

Sesler ve Renkler

“Hayır” dedi, yaşamın anlamını aramıyorum, bu anlamı daha ilk gençlik yıllarımda o yüzü akı öğretmenlerimden öğrendim, hem de sağlam öğrendim. O günden bu güne Israrla, inatla o anlamı yaşatmaya, yaşarken anlatmaya çalışıyorum. Resim sergilerini izlemeye düşkünlüğümün sebebi budur”… Naif ve kırılgan görüntüsünün altında granit sağlamlığındaki iradesi, net ve duru anlatımı uzaklara bakarken gözlerinden süzülen hüznü gizlemeye yetmediğinin farkında bile değildi. Tanık olduğum konuşma muhtemelen geçmişlerindeki derinliğin saygısıyla iki yakın arkadaşın birbirlerine saygıda kusur etmeyen sohbetiydi.

Masallar Masalı

Masallar ülkesinde hayat, hayatın masalıyla başlar, sürer giderdi. Belde halkı,  o yaz yakıcı günesin altında günlük işinde gücünde iken, ikindiüstü nereden, nasıl geldiği bilinmeyen eli kılıçlı atlıların sinsice beldeye sızmalarını ve ortalığı göz gözü görmez hale getiren bir toz bulutunun ansızın kabarmasını, giderek beldeyi simsiyah karanlıklara boğmasını şaşkınlıkla, elleri yanlarına düşerek izlediler. Kuzey rüzgârlarının hırçın fırtınasının yıkıp attığı beldede sağ kurtulanlardan birisi hariç diğerlerinin hatırlayamadığı, yalnızca birisinin tanık olduğu, dilden dile dolaşan, yüzlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan ve bizim öykümüze konu olan büyük tufanın ve kırımın öyküsüdür bu. Tufanın büyük yıkımının tanığı, aykırı ve aksi yaşamından illallah eden belde halkının… Devamı

İkilem

Yanlarına çoluk çocuk, büyük küçük, kadın erkek, hısım akrabaları alıp bayram ziyaretine giden kalabalık bir ailenin erkeklerinin kadınları geride bırakıp, ahalinin kâh yan yana, kâh tek sıra halinde yol almasına benzetirdim, aynı kökteki filizleri geride bırakıp gökyüzüne uzayıp giden ikiz selvi dallarını.  İnsanın kırılma yeri neresiydi, bilinmez, gözle görülmezdi ama işte şu gökyüzünü delecekmiş gibi uzayıp giden ikiz selvi dalları tam çatallarından kırılmıştı. Birisi inadına gökyüzünü delercesine uzayıp giderken, diğeri kaderine teslim olmanın çaresizliği içinde yüzünü toprağa dönmüştü. Yavaş yavaş ölüyor, yavaş yavaş toprağa bırakıyordu kendini. Yaprakları solgun, dalları dirençsiz ve hüzünlü. Ben, görüntüyü seyreden adam, “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz”… Devamı

Düş ve Gerçek-01

Kendimle ilgili anlatacağım bir hikâyem yok. Şayet onu tesadüfi bir ortamda tanımamış ve daha sonra yine tesadüfi bir ortamda karşılaşmamız uzun bir sohbetle sürüp gitmeseydi bu öykü de ortaya çıkmayacaktı. Üç beş eş dostun bir araya geldiği, gündeme ilişkin konuların sohbet havasında tartışılacağı bir toplantı için o lokale gitmiştim. Bazı tipler vardır hani yanınızda, yanı başınızda bitiveren, kendi işe yaramazlıklarını başkalarının omzundan “işe yararlığa” çevirmeyi meslek edinmiş hödük tipler… Gittiğim lokal toplantısında bu üç beş eş dostun arasındaydı, doğrusu daha masaya oturmadan içimden kalkıp gitmek geldi ama, bunun kaba bir davranış olacağı düşüncesiyle bir sandalye çekip masaya oturdum. Hiç renk… Devamı

Bir Kadın Portresi

Çekingen, ürkek gözlerle beni izliyor, bir şeylerden korkuyor da sanki “elin yabancısına ne diyeyim”  tedirginliğinde ailenin oturduğu salona geliyor, gözüme bakıyor, kıvranıyor, tekrar odasına gidiyor… Bu gidiş gelişleri akşamdan geceye tekrarlanıyor. Tedirginliğini sezinliyorum… Tanımıyorum ve bana söylendiğine göre ailenin erkek tarafının yeğeni, abisinin kızıymış… Yani arkadaşımın yeğeni… İş gereği Ankara’dan bu kente gelip gittikçe arkadaşımın evinde kalıyorum. Birkaç geliş gidişten sonra “resmiyet” kırılıyor ve çekingenliği de üzerinden yavaş yavaş kalkıyor… Arkadaşımın eşi yeğenlerinin bir alacağının hukuki yollardan tahsiline yardımcı olup olamayacağımı soruyor, hay hay diyorum. Alacağın dayanağı senet belge ve saire… Sorun bir şekilde çözülüyor. Dışardayım ve telefonum çalıyor. “… Devamı

Demokrasi ve Din/04

Bir olgu olarak gözlemlenen ve toplumsal pratik tarafından doğrulanması zamana bağlı olan tespitlerdeki isabetin toplumsal gerçekliğe dönüşmesi bazen uzun yıllar alabilir, bazen sözünüzü bitirmeden çat kapı karşınıza dikilir. Demokrasiyi din bağlamında ele alan irdelemenin ve tartışma ortamı yaratma amaçlı bu irdelemede özellikle ABD seçimlerinde kendini ele veren gelişmeler bu başlık altında ele alınan irdelemelerin isabetini de teslim etmiş oldu. Konunun irdelenmeye değer ve günümüzde başatlık kazanan temel dürtüsü dinin, egemen sınıflar iktidarlarınca bir kitlesel destek amaçlı olarak kullanması, küresel kapitalizmin 21. Yüzyılda sistem olarak ekonomik, politik, siyasal ve kültürel açmazına alternatif iktidar aracı olarak yöneldiği faşizmin, özellikle ve ağırlıklı olarak… Devamı

Memed… Memo

Telgrafın tellerine kuşlar mı konar…  Bir zamanlardı telgrafın tellerine kuşların konduğu, akşamın alaca karanlığında dağdan bayırdan, ırgatlıktan herkten, fabrikadan atölyeden dönen, evde kazan kaynatacak kimsesi olmayanlara kıyı kıyıya, evlerimizden akşam çorbası uzattığımız yıllardı. Düğünlerde omuz omuza halaylar çekilen, acılara ortak, sevinçlere paydaş olduğumuz yıllar… Türkçe oyun havalarına Kürtçe zılgıtların eşlik ettiği zamanlardı… Memed türkü söylerdi “ Telgrafın tellerine kuşlar mı konar”.. Memo türkü söylerdi “ Gelini gelini Kürdün gelini”… Memedle Memo eşlik ederler birbirlerine, birlikte söylerlerdi, birlikte gülerler, birlikte hüzünlenirlerdi… Maden ocağında çalışırdı Memed, pamukta ırgattı Memo… Memedin çöken madendeki cenazesini Memo getirdi, Memonun nehre uçan ırgat kamyonundaki cesedini Memed… Devamı

Dalga büyür Tsunami olur

Mülayim, ağırbaşlı, adeta “İstanbul efendisi” dedikleri türden yaşını başını almış biriydi. Öncesinden tanışıklığımız mesleki nedenlerdendi, hitap biçimi ile, oturuşu kalkışı ile diğerlerinden farklıydı, sınıfında bir karizma… Kısaca sorunlarına ilişkin mesleki açıklamalar yaptım, teşekkür etti. Borcunu sordu “yok” dedim. Oysa bu meslek grubu mensupları pek “ teşekkür edilmeye” alışkın değillerdir, başımla onaylayarak ben de ona teşekkür ettim. Pazar gününün bilerek mi seçmişti bilmiyorum,  bana biraz öyle geldi, anlaşılan sohbet etmeye gelmişti. Eğitimli birisi, bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmış, yurt dışında bulunmuş, emekliliğini yaşıyor.  “Geçen görüşmemizde söylediğin şey mıh gibi beynime çakıldı” dedi, “seninle bu konuda konuşabilir miyiz” dedi. Olur dedim,… Devamı

Bacaksız Gelmedi…

“Dövüşenler de var bu havalarda, el ayak buz tutmuş, yürek cehennem…” Akşamın alaca karanlığının inmesi ile sokakları boşalan ıssız kasabanın ölgün sokak lambalarının aydınlattığı kimsesiz parkı kaç kez dolaştım, bilmiyorum. Gören, duyan olsa eminim deli derdi, kendi kendime mırıldanıp durdum bu şiirin iki mısrasını… Bir avuç cehennem yüreklinin yürüyüşüydü hayat. Kimse bilmezdi hangi kuytuda saklanırlar, hangi meydanlarda kılık değiştirip hangi fabrikada grev gözcülüğü yaptıklarını… Ama ben bilirdim. Tahıl pazarında heybesini omuzlamaya dermanı kalmamış bir ihtiyarın heybesini omuzlayıp köyüne döneceği at arabasına kadar sırtında taşıyan, karşıdan karşıya geçmeye mecalsiz bir ninenin elinden tutarak özenle varacağı yere götüren, sokakta oynarken düşüp kanayan… Devamı

HEYY… FİDEL !…

“Durun diyeceğim onlara, bu kadar erken sevinmeyin”… Ama… Haber ajanslarının bültenlerine suyun şelaleden akışı hızında düştü haber… Fidel Castro öldü… Köhne dünyanın efendileri viskilerini yudumlayarak, hem birbirlerini hem haberi kutladılar… Finans merkezlerinin CEO’ları boğazlarını sıkan kravatlarını gevşeterek gülümsediler, Wall Street bankerleri “ sahi mi “ diyerek şaşkınlıklarının gizleyemediği sevinçlerini şampanya patlatarak kutladılar… Fidel Castro öldü… “Durun diyeceğim onlara, bu kadar erken sevinmeyin”… Ama…. Hindistan’ın Yeni Delhi’sinde derme çatma bir gecekonduda çocuğunu emziren annenin eli böğrüne düştü, Fidel’i tanımazdı, Fidel de onu tanımazdı, kadının bütün bildiği Hindistan’ın yoksul gecekondu semtlerindeki çocuklara sütleri Fidel’in gönderdiğiydi. Bir genç kız odasına kapanıp Fidel’le birlikte… Devamı

Demokrasi ve Din/03

“Demokrasi ve Din/2” başlıklı yazımızı “Peki ama bugün burjuva demokrasinin temel unsurları olan sınıfların ekonomik, politik, kültürel ve diğer alanlarda uzlaşması mümkün müdür, maddi koşulları var mıdır?” sorusuyla kapatmış, irdelemeyi bu sayıya bırakmıştık. Son güncel gelişmeler, ABD seçiminin göstergeleri, AKP nin CHP ye suç duyurusu,Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve  HDP  eş genel başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması,  irdelenen konuya yaklaşımın sınıfsal ve ideolojik boyutunun açık ve net olarak tanımlanmasının doğru bir mücadele biçiminin benimsenmesindeki zorunluluğu kaçınılmaz kılmıştır.  Dilimiz döndüğünce irdelenen konularda alıntılar, aktarmalar yapmaktan kaçındık, ancak konunun arz ettiği önem bakımından aşağıdaki alıntıyı yapmak kaçınılmaz olmuştur.  Marksın “ Ezilenler, isabetli muhakeme yeteneğinden… Devamı

Utanmak

Hakkımda açılan bir soruşturmada yanımda olmak istedi, savcıya birlikte gittik. Malum dönemde benim değilse de birlikte yargılandığımız arkadaşlardan birinin veya bir kaçının avukatıydı, tanışıklığımız oralardan geliyordu. Cezaevi çıkışından sonra onunla epey bir zaman sonra karşılaştık, kucaklaştık. Hal hatır sormalar, o günlere ilişkin sohbetler, şakalaşmalar, takılmalar…Sonraki günlerde aynı mesleğin mensupları olmuştuk.  Hakkımda açılan bir soruşturmayı duyunca birlikte gidelim dedi, kabul ettim…Onun bürosu adliyeye daha yakındı, akşamüstüydü ve acıkmıştık. Sipariş verilen yemeği beklerken ana caddeye bakan pencereden dışarıyı seyretti uzun bir zaman. Yanına yaklaştım, yüzündeki hüznü gizleyip saklamaya çalışıyordu. “Abi hayrola, daldın” dedim. Gözüyle caddeyi işaret etti, acelesi olan insanların telaşıyla birbirini… Devamı

Darbenin Anatomisi-3

-DEVLET VE DEMOKRASİ- “Darbenin anatomisi” nin incelemesinin iki bölümü Türkiye özeline ilişkindir. Ancak, konunun Emperyalist/kapitalist sistem ölçeğinde yerine oturtulması gerekmektedir. Zira, tarih ilişkin olduğu döneme ait sorunları ortaya koyarken, çözümlerinin şifrelerini de önümüze koyar. Aksi bir yaklaşım tarihi, objektif, kişilerden ve toplumlardan bağımsız olarak ortaya çıkan ve aşamaların şekillenmesinde rol alan kişilerin/bireylerin niyetlerine indirgeyerek açıklamaya çalışmak olur ki, bu yaklaşım sorunların tespitinde ve çözüm yollarında yanılgıların da kaynağını oluşturur. Öyleyse meselenin kendisi AKP iktidarının veya RTE nin kişisel hırslarına, ihtiraslarına indirgenemez. AKP ve RTE bu süreçte küresel kapitalist sistem içinde rol alan/rol verilen uygun aktörlerdir. Her ne kadar farklı başlıklardaki… Devamı

Darbenin Anatomisi-2

-DEVLET VE DEMOKRASİ- Dinci cemaat grubunun 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana yazılı ve görsel medyada günü birlik yapılan tartışmalar birçok açıdan düşündürücüdür. Düşündürücü özelliği tartışmaların düzeyinin düşüklüğü bir yana, tartışmaların konusunun tamamının küresel kapitalizmin programı olan siyasal İslam’ın toplumsal iktidar bileşenlerinin nasıl yapılandırılacağına, aşamalarına ve aşamalarda bileşenlerin rol ve fonksiyonlarına ilişkin olmasıdır. Dikkat çeken birinci husus tartışma programına katılan katılımcıların bir grubunu dinci geleneğin mensup ve temsilcileri oluştururken diğer grubunu sözde laik aydınlar ya da kendilerine “liberal” yaftası yapıştıran “laikimsiler” oluşturmaktadır. Tartışmaların, başarısız darbe girişimi üzerinden ve girişimin bireyleri, darbede aldıkları rol öne çıkarılarak devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin… Devamı

YORGO’YA MEKTUP

Merhaba Yorgo. Mektubum eline geçtiğinde şaşıracaksın biraz, malum birbirini tanıyan kişiler mektuplaşırlar aralarında. Oysa biz birbirimizi yüz yüze tanımıyoruz, hiçbir mekânda, meydanda, caddede, şehirde karşılaşıp ne bir çay içimi sohbet ettik, ne şakalaştık, ne ortak sevinçlerimizi paylaştık, ne ortak kederlerimize üzüldük. Metrik ölçülere göre birbirimizden fersah fersah fersah uzağız belki de. Ben, “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” Anadolu’nun ismi cismi bilinmeyen bir köyünde doğup büyüdüm. Gerçi benim de ismim cismim doğup büyüdüğüm köyün ahalisinden başkalarınca pek bilinmez. Siyasetten anlamam, politika bilmem, Borsa, banker, finans hak getire… Adımı kim, nereden nasıl bilebilir ki… Nasıl söylesem Yorgo,… Devamı

Demokrasi ve Din/01

İslamcı bir cemaat grubunun siyasal İslamcı iktidara karşı giriştiği 15 Temmuz 2016 darbe girişimi esnasında, TRT de okunan bildirisinde “Demokrasiden”, inşasından dem vurmakta, yolsuzluk, hırsızlık yapanlardan hesap sorulacağından ve diktatörlüğe son verileceğine ilişkin bir dizi vaatler sıralamakta, darbe girişimi komitesinin adını da “ “yurtta sulh konseyi” olarak ilan etmekte iken; Darbenin başarısızlığa uğramasıyla birlikte siyasal İslamcı iktidar da darbenin bastırılmasını demokrasinin zaferi olarak ilan etmekte, demokrasinin korunması için iktidarın yetkilileri halkı sokaklara çıkmaya “direnişe” çağırmaktadır. Darbeci İslamcılar demokrasi getirmeyi vaat ederken, siyasal İslamcı iktidar “Demokrasiyi koruduğunu ilan etmektedir. Darbeci cemaate göre “demokrasi yoktur, bunlar darbeyle diktatörlüğü devirip demokrasiyi kuracaklardır, iktidara… Devamı

İpsizler Müfrezesi

İki kişiydiler ve inanmışlardı çağın teknolojisinin en modern ateş kusucusunun ellerindeki eski, çakaralmazlarla alt edileceğine… Onlar, çağın teknolojisinin en modern ateş kusucularına mermilerini sürerken, eski çakaralmazların namlularına sürülen yaşam ve namustu. Teknolojinin son harikası silahlar sahipleri gibi yaşamı yok etmeye programlanmış asık suratlı, omuzlarındaki apoletlerinden kuş sürüleri ürken generallerdi… Generaller… Konçlu çizmeleri ve deri kırbaçlarıyla gökyüzünü ateşe vermenin hazzıyla sevişirler, çocuk ölümleriyle orgazm olurlardı… Kadınlar saatlik ve satılıktı ve kendilerini de bir ana doğurmamıştı… Her yerdeydiler ve geçtikleri ovalar yangın, denizler çöldü, yerde bir tutam çimen bitmez, derelerden bir avuç su akmaz, gökyüzünde sabahın alaca serinliğinde bir kırlangıç kanat çırpmazdı…. Devamı

Darbenin Anatomisi-1

-DEVLET VE DEMOKRASİ- Pehlivan tefrikasına dönüştürülen 15 Temmuz/2016 başarısız darbe girişiminin nedenleri tartışılırken, sınıfsal karmaşıklığın çok yönlü toplumsal ilişkileri gözetilmeden konu üzerinde ahkâm kesmek, görünürle yetinmek günceli tarihsel olana tercih etmekle eş anlamlıdır. Konu üzerinde birçok varsayımlar üretilip sorunun üstünün örtülmesi, nedenlerinin örtbas edilmesi sorunu ortadan kaldırmaz, tersine kangrene çevirir, yazılı ve görsel medyada yapılan da budur, sorunu magazinleştirmektir. Askeri darbeler tarihin bir mirası değildir ve kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşmasıyla birlikte Emperyalizm olgusunun geri bıraktırılmış ülkelerde devleti ekonomik ve siyasi, toplumsal/sınıfsal ilişkilerde kuşatmasıyla birlikte ortaya çıkan bir olgudur. Devlet elbette kapitalizmin sağlıklı geliştiği, siyasal ve ekonomik bağımsızlığı olan kapitalist ülkelerde… Devamı

Sıcak Yaz

Rahmetli anam, hiçbir baltaya sap olamayışımdan yakınır, bu gidişle de hiçbir halta yaramayacağıma dair kesin kanaatini  “nem ki nem” diye kestirir atardı. Hani haksız da sayılmazdı. Daha çocukken ilkokulda çalışkanlığı köyün diline düşmüştü de, öğretmenleri ısrarla beni okutmaları için ekmek bulsa soğan bulamayan, soğan bulsa ekmek bulamayan anama babama nasıl ısrarcı olmuşlardı. Valla bu oğlan cin gibi bir çocuktu, zekiydi, hesabı da kuvvetli. Onlar da o yaşta umut bağladıkları çocuklarını ortaokula göndermişler, çocukları ortaokulda da rüştünü ispat etmiş, hep sınıf birincisi olmuştu. Köylülerimizin, benim ne olacağıma ilişkin meraklı sorularını babam köy odasında köyün erkeklerine, anam yolda belde karşılaştığı köyün kadınlarına… Devamı

Alevilerin Devrimcileşmesi mi, Devrimcilerin Alevileşmesi mi?/02

Ülkenin ilerici kesimlerinin düşünsel pratiğinde ve hareket alanında gündeme damgasını vuran, tartışmaların odağına yerleştirilen, kapitalizmin krizlerinden soyut ve bağımsız olarak “R.T.E. den ve AKP den kurtulma” tartışmalarının neden sığı ve çözücü unsura sahip olmayan tartışmalar olduğunun irdelenmesi ve içeriğin doğru saptanması, vurgunun sınıf mücadelesine yapılması, içinde bulunulan koşullarda devrimcilerin acil görevidir. Siyasi iktidarın, kendisiyle siyasal kopuş yaşayan Kürt halkının kitlesel katliamlarla pasifikasyonunu amaçlaması, toplumsal/kamusal alanın Sünni/Hanefi mezhebi bazında dinsel dönüşüme uğratılması ile bu kesim dışında kalan-özellikle alevi kesimi-toplumsal/siyasal yapıdan izole etmeye çalışılmasıyla yarattığı suni gündemin “alternatif sol” muhalefetini de yaratmış, bu konuda başarılı da olmuştur. Küresel kapitalizmin merkezlerinin AKP iktidarı… Devamı

Gülümseyin Çocuklar

Hiç yakışıyor mu bahar sana, kendine nasıl yakıştırabildin taşı taş üstünde, başı baş üstünde bırakmamaya yeminli bu yaban, bu cinnet topluluğunun görünür görünmez, bilinir bilinmez yaratıklarının ensemizde hissettiğimiz soluklarının karabasana dönüştüğü melanetli günlerin şafağında allı morlu, kırmızılı beyazlı çiçeklerini sere serpe salıvermek sokaklara… Ne vurdumduymaz, ne kadar gamsızın birisin… İnadıma mı yapıyorsun, amacın beni delirtmek mi? O ne öyle sabah uyku mahmurluğunda, yarı uyur yarı uyanık halimde kumru seslerini getirip kulağımın dibinde melodiler söyletmek, binbir çiçeğin kokusunu harmanlayıp serin bahar yelleriyle burnumun ucuna sürükleyip getirmek… Sonracığıma şıp şıp esrikliğinde o köpüklü dalgaların kumsalla öpüşmesi, zeytin dallarının sanki Darülaceze gibi sahipsiz… Devamı

Alevilerin Devrimcileşmesi mi, Devrimcilerin Alevileşmesi mi?/01

Yaşanan pratiğin görüntüsü, zaman içinde pratiğin içeriğine, oluşumuna ve olgulara ilişkin sonuçların da sorgulanmasını zorunlu kılar, pratiğin maddi ve toplumsal analizine dair biriken sorulara karşı cevaplar bekler. Bu bir yol ayrımıdır ve sınıf mücadelesinde farklılıkları ve farkındalıkları ortaya çıkaran turnusol kâğıdı görevi görür. Bizi bu sorgulamaya iten sebep, elli altmış yıldır egemen sınıfların siyası/politik temsilcisi siyasi iktidarları denek olarak kullanan, vücudunda mayalanan, koltuk altında beslenen çağ dışı hastalığın, yerel bölgesel alanlarda egemenlik kurarak serpilip gelişmesi, giderek ülke genelinde alenileşmesi ve gelinen noktada toplumsal egemenliği ele geçirmesi karşısında, solun, sosyalist ve komünist hareketlerin bu olguyu gözden kaçırmaları hatta yok saymalarıdır. Artık… Devamı

Haziran Sendromu

Kasvetli, uzun kış gecelerinin birbirine benzeyen, birbirini tekrar eden usanç verici gecelerinin solgun renkli, uyuşuk, iğreti mekânlarında gördüğünüz bir düş’ün görülmeye değer, şöyle ayaklarınızı yerden kesip sizi kanatsız uçuracak bir düş olmadığının farkında bile olmazsınız, bu düşün öylesine yabacısısınız, öylesine uzaksınız ki insan olmaya böyle bir düşü özlemeye, her bir ilkelliği tıka basa doldurduğunuz “fıtratınızda” yeriniz de kalmamıştır. Dilim sürçüp “bilirsiniz bilmesine de” diyecektim ama aslında bilemezsiniz, bilmek size göre de değildir alsında. O yüzden rahatsınızdır kendi içinizde, bok böceğinin bokun içinde rahat olduğu kadar rahatsınızdır. “Olmam gerektiği burası işte, nihayet” dedirtecek bir düşün nerede filizlendiğine aklınız da pek ermediğinden… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/17

Son günlerin güdümlü medyasının halleri içler acısı. İnsanın neredeyse Diyojen’e imrenip gündüz gözüne apaçık ortada duran gerçeğin üstüne fener tutası geliyor. Varsın Dünya Fatihi İskender Diyojen’in bilgeliği karşısında hamhalatlığını sergilesin, varsın “gündüz fenerle ne arıyorsun” desin. Diyojen de o bilge tavrıyla “ gerçeği!…” deyiversin. Birileri de kendini varsın etkili ve yetkili sansın. Düşler çabuk biter, gerçek kendisini dayatır. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda allayıp pullayıp bin bir övgü ile AKP’nin Genel başkanı ve Başbakan olarak ve “ileri demokrasinin inşasında” stratejik derinlikler keşfedeceği vaadiyle “kutsal göreve” davet edilen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun apar topar yetkilerinin alınarak istifa noktasına getirilişinin, Başbakan… Devamı

Mahşerin Atlıları

Bugün Pazar… Hafta içinin hummalı koşuşturmalarından, Cumartesinin “yarın yazarım uyuşukluğundan” fırsat bulup yazamadığım ve dergi yönetiminin gittikçe artan nazikçe uyarılarını, muhtemelen aldırmazlığıma “la havle” çekerek “yetti artık ulan, yazacaksan yaz artık” sabır sınırlarını daha fazla zorlamadan yazı makinesinin başına oturdum. Pazar yazısı yazacağım… Etliye sütlüye karışmadan, elin üç oğlağına beş keçisine kafayı takmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden… Ve de zülfü yare dokunmadan…Hani Nazımın “ toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım” türünden… Siyaset, politika, ekonomi, savaş, göç, kadın cinayetleri “ şeylerini” eline alıp nereyi bulurlarsa oraya “sokmaya” teşne âlimlerin, henüz cinsiyetlerinin farkında bile olmayan oyun çağındaki kız çocuklarının gülüşlerinde günah arayan, oğlan çocuklarıyla… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/16

Tarih, Toplumların önüne çözebileceği sorunları koyar. Toplumun devrimci güçleri, toplumsal gelişimin önünü tıkayan maddi sorunları irdeler, analiz eder, tıkanan süreci ileriye doğru çözmeye çözme yetenek ve iradesine sahip devrimci örgütlenmeyi yaratır. Devrimci örgütlenme, tıkanan süreci çözmeye yönelik kitlesel ileri atılımın olmazsa olmazıdır. Yukarıdaki başlık altında irdelemeye çalıştığımız “küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme”nin devrimci okurun dikkatini çekmeye çalıştığımız temel ögesi, küresel kapitalizmin faşizm tehdidinin klasik faşist iktidarlar gibi tek tek ülkeleri tehdit etmekle kalmayıp bütün yer küre için açık ve yakın tehdit oluşturduğu, dolayısıyla mücadele, örgütlenme ve kitlesel ittifakların küresel boyutta düşünülmesi gerektiğidir. Neden?. Öncelikle klasik faşizmin doğuş ve… Devamı

Gri ve Yeşil

Dehşet mi, olağan bir hal mi? Bunca yıldır kapitalizmin toplumsal ve insan boyutu, kültürü, sanatı, felsefesi, ideolojisi konusunda yazarım, çizerim. Çoğunu kuşkuyla karşılasam da bok çukurunda karanfil yetişmeyeceğini adımın ötesinde bilsem de kapitalizmin merkezlerinden, kurumlarından yapılan bir açıklama, kalemşorlarının dudaklarından dökülen sahte gülümsemeler zaman zaman içime bir su serper, bu aşağılık, insan soyunun en büyük düşmanından insana ve hayata dair şöyle tırnak ucu kadar bir şeyler ararım, boğulmuşluk havasından bir an kurtulur, yaratılan serinliğin suni ve sinsiliğini anlamam uzun sürmez, başa dönerim yine… Lanet olsun şu cehaletime, bilgisizliğime… Şeytan, koynunda uyanmak istemediğim düşler vaat edip beni şehvetle sarmalarken, esrikliğin en… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/15

Kapitalizmin değişik aşamalarında süreci belirleyen sermaye birikiminin yoğunluğu, yoğunlaşmaya denk düşen devlet ve yönetim biçimlerini belirlemiştir. Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemine denk düşen liberal devlet burjuva ilericiliğinin de ebesi olmuş, burjuva sınırlar içinde kalmak koşuluyla kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin kitleler üzerinde “de facto” şekilde kendini gösteren despotik devletini, yasal burjuva devlet ile değiştirmiştir. Sanayileşme ile işçilerin sermayeye kattığı artı değer sermaye birikiminin esasını oluşturacaktır. Burjuva devlet, yasal düzenlemeyi de her kapitalist ülkede az çok farklılıklar gösterse de felsefesini “eşitlik, özgürlük, insan hakları üzerine” kuracaktır. Yeni fikir ve görüşler kapitalizm öncesinin üretim ve toplum biçimlerine göre ileri olan burjuva devletin gelişmesi ve… Devamı

Toplanın, geri dönüyoruz

Yabancısıydım onların. Ayrı dünyalardan, ayrı coğrafyalardan gelmiştik. Suyumuz ayrı, huyumuz ayrı. Kader işte, her nasılsa kesişiverdi yolumuz bir ilkyaz ikindisinde. Onlar Şubatın dondurucu ayazından kaçıyorlardı, ben Martın ansızın ısıtıveren güneşinin yakıcılığından. Onlar allı yeşilli, sarılı kırmızılı, morlu siyahlı çiçektiler, ben iki ayaklı, tek burunlu iki gözlü bir âdemoğlu. İlk tesadüfî karşılaşmamız kışın bitip baharın başladığı işte şu daracık merdivenlerde oldu, aheste aheste indiğim merdiven basamağında omzuma çarpıp beni kenara ittiler. Kenara çekilip yol verdim. Özür dileyerek ürkek, tatlı bir tebessümle teşekkür ettiler. İstemeden, kasıtsız bir çarpışmaydı. Önce en önden kaçan, sonra arkasındaki, sonra üç kişi, beş kişi derken düzensizliği ilke… Devamı

Masayı Kim Devirdi?

Beni tanıyorsunuz değil mi?.  Her ne kadar mesleğim müdürlük değilse de adım Hıdır. Adı, sanı, namı iki kapı komşunun ötesinde bilinmeyen beni bir siz tanırsınız zaten başka kim tanısın ki… Her ne kadar adım Hıdır ise hiç kimse beni bu ismimle çağırmadı. Bildim bileli adım mızmız oğlan. Zaten Hıdır deyince siz de şaşırdınız, kim bu diye. Ben mızmız oğlan… Biliyorum, hareketlerime tavırlarıma güler, alaya alırsınız ama yine de beni sevdiğinizi bilirim. Sokak aralarında güngörmüş büyüklerimin, kapı önlerinde “ıradıyon Anşa”nın borazan gibi sesiyle bütün mahalle kadınlarını sorguya çeker gibi  “masayı kimin devirdi”ğine ilişkin tellallığı bende öyle bir merak uyandırdı, öyle bir… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/12

(GÜNCEL PRATİK) “Kürt hareketine yakılan lirik destanın trajik bir ağıta dönüşmemesini umuyoruz” Takriben 2006 yılında irdelemeye çalıştığımız Kürt siyasal hareketine ilişkin temennimiz yukarıya alıntıladığımız temenni idi. 2006 dan bugüne değin geçen on yılın pratik özeti gözden geçirildiğinde gelinen ortamın o günden görülmesi bir “müneccimlik” merhalesi olmayıp, ilişki ve çelişkilerin sınıfsal içeriğini doğru gözlemlemenin sonucudur. Yirmibirinci yüzyıla giriş, küresel kapitalizm dünya coğrafyasının siyasal sınırlarını, geçmiş dönemlerdeki müdahalelerinden içerik ve biçim açısından farklı, yeniden düzenlemeye koyulduğu sürecin başlangıcıdır. 2000 yılında ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ın ifadesiyle “Orta Doğuda 22 ülkenin sınırları değişecektir”. Bu yıl aynı zamanda küresel kapitalizmin merkezlerinin AKP yi iktidara… Devamı

Eşkiya Zamanlar

“Bu ne ya dedi, dağda mı yaşıyoruz, eşkıyalık düzeninde mi yaşıyoruz”… Annesiyle gitmemek için inatla direnen çocuğunu çekiştirerek sürükleyen genç kadın, kasabanın tenha sokaklarında arsız bir sırıtışla sırnaşan yarım efe kasaba delikanlısının kendisine musallat olmasından paniğe kapılmış, ansızın dar sokaktan çıkan adamı canına minnet bilip kenar mahallenin bıçkınına böyle posta koymuştu. Adam durumu hemen anlamış, özenle belinden çıkardığı gümüş kakmalı kamasını sırnaşık bıçkının bacağına saplayıvermişti… Kadını kaş göz işaretiyle olay yerinden uzaklaştırmaya çalışırken, bir taraftan da kadına “ keşke eşkıya düzeninde yaşasaydık” dedi, “ bu pislikler boka yapışmış böcek gibi inlerinden çıkmaya cesaret edemezlerdi, eşkıyalık devri bitince, çakallara gün doğdu”… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/11

Faşizmin, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki görünümüyle geri bıraktırılmış bağımlı ülkelerdeki görünümü bir tercih sorunu olmayıp, sistemin gelişmişlik düzeyiyle doğrudan ilgili ve ilintili bir sorundur. Dikkat çeken ortak nokta ise klasik faşizm ( Alman ve İtalyan Faşizmi) gelişmişliği ile doğru orantılı pazar payına sahip olmayan emperyalist kapitalist ülkelerin mevcut pazarların yeniden paylaşımının dayatılmasıdır. Yani belirleyici faktör ülke dışı faktördür. Tekelci sermayenin ülke dışındaki sömürü alanlarının yeniden paylaşımı isteği klasik faşizmin çıkış noktasıdır.  Bu amaca ulaşmanın yolu ise ülke içinde ekonominin militaristleştirilmesi, kitlelerin korku ve sindirme yöntemleriyle pasifikasyonu, direnç odakları sendikalar, devrimci örgütlenmeler ve partilerin dağıtılması, önderlerinin yok edilmesi,  burjuva demokratik hak ve… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/10

“İktidar yanlısı olmayan toplumun hemen bütün kesimi bu saldırıların hedefindedir ve hazırlıkların bu yönde olduğuna ilişkin güçlü belirtiler vardır. Henüz bugün sosyal medyaya yansıyan öldürülen bir Kürt vatandaşının polis panzerinin arkasına bağlanarak sürüklenen cesedi faşizmin hem bir mesajı hem de kitlelere verdiği gözdağı olarak yorumlanmalıdır. Cizre, Silopi, Şırnak sokaklarının, çeşitli batı illerinde devrimcilerin etkin olduğu mahallelere yapılan polis-faşist/İslamcı ittifakının işbirliği saldırılarının basına yansıyan görüntüleri bile olanı anlamak için yorum gerektirmeyen açıklıkta işaretlerdir.  Görünenle yetinmek ve yakınmak münferit gibi görünen, adım adım organize edilen blok saldırı arifesinde olduğumuzun farkına varmamaktır ve saldırganların istediği de budur. Yaşananlar açık faşizmin iktidar provasıdır.” Yukarıda… Devamı

Uğultu

Ekin sanat dergisinin kasım sayısı için yazı zamanımın geldiğini söylediler. Yazmalıyım… Şöyle çelikten çivi gibi bir yazı olmalı, duvarları parçalayıp, sarayların kalbine çakılmalı, hanedanların korkulu rüyaları olmalı… Vallaha mı lan… Haaa, haaa, haaa… Hassiktir, bunun yazıyla çiziyle olmayacağını sen de biliyorsun ama zevahiri kurtarmanın ucuz yolunu buldun… Yaslan oğlum yaslanabileceğin kadar, bir gün nasıl olsa sırtını dayadığın o yastığı bulamayacaksın bu gidişle… Iıhhh… Yazı yazmak istemiyor canım… Her defasında bir yudum aldığım çay ikinci yudum da buz gibi oluyor… Kış güneşinin belki de son ışınları altında ruhum kararıyor. Önümdeki gazeteyi bir hışım buruşturup fırlatıyorum. Başka bir gezegende başka bir yerde… Devamı

Hafifliğin Derin Analizi

Yılın son güzüydü, güneş yaz mevsimi kadar cömertçe ısıtmasa da şöyle bir görünmesi de yetiyordu bir tişört bir şortla sere serpe sokağa çıkmak için. Kaygısız görünümüne yakışmıştı üzerindeki kıyafet ya da görünümüne uyum sağlamak için kaygısız rahat, kendinden emin görünmeye çalışıyordu. Yok, sandığınız ya da tahmin ettiğiniz gibi bir hoppa bir boş vermiş, ya da ne bileyim bir gösteriş budalası da değildi. Yüzündeki ifadeyi anlamak için alfabeyi okumanız yeterliydi, tersine kaygılı ve endişeli haliyle görünümünü kendisi yalanlıyordu. Seçim günü yolda karşılaştık, bilmem kaç yıl önce aynı üniversiteden arkadaştık. O gün de farklı kulvardaydık, bugün de. Gerek ideolojik gerek örgütsel konularda… Devamı

Teröristler…

Onu müdavimi olduğum kahve ortamında tanımıştım, “gurbetçi” idi, uzun Yıllar Almanya’da çalışmış, emekli olmuş, birikimiyle Antalya’dan bir ev alıp buraya yerleşmiş… Gençliğinde MHP, Ülkü ocakları gibi faşist yuvalarında “arz-ı endam” eylemişti. Tanışmamız da zaten bu yüzden olmuştu, kendisiyle birlikte gelenlerin oturduğu masadan gelen kaba milliyetçi lakırdılarına tahammül edemedim. Özellikle kahveye gelen kürtlerin gözünün içine baka baka rencide edici kabalıkları sinirlerimi bozdu… Oturduğum yerden kalkıp masalarına oturdum, içlerinden bağıra çağıra yüksek sesle, muhtemelen birilerinin kendisini duyma hevesiyle konuşana “ senin hakaret ettiğin insanlar da var burada, madem buraya geliyorsun neden bu insanları rencide ediyorsun, kalkıp onlar da sana hakaret etseler haksız… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/09

“Liberal Demokrasinin inşası” ihalesini AKP ye veren liberaller son birkaç günde gelişen Hürriyet gazetesinin basılması, Ahmet Hakana saldırı gibi olaylar sarmalının şaşkınlığı içindeler. Açıklamak yerine feveran ediyorlar. “Yapılanlar basın özgürlüğüne saldırıymış”… AKP nin iktidar olma döneminde ve yakın zamana kadar hizmetlerini esirgemeyen Doğan medya grubunun Hürriyet gazetesinin basılmasında saldırganların başında AKP milletvekili, Ahmet Hakana saldıranlar da AKP nin çeşitli ilçelerinde görevli milis güçleridir. Kaldı ki konu ne Hürriyet gazetesinin basılmasıyla, ne de bir basın mensubuna saldırıyla sınırlıdır. AKP ye baştan muhalif olan basın mensupları şöyle dursun, dün AKP ye kayıtsız destek veren, bugün AKP saldırganlığının nedenlerini anlamak yerine sonuçlarını şaşkınlıkla… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/08

Bilinen atasözüdür. “Azrail oğlan dağıtıyor” demişler, oğlan çocuğu beklemekten ömrünü tüketmiş birisi “aman ha… demiş, elinizdekini de almasın da”… “Oğlan dağıtıcılar” AKP iktidarına düzdükleri övgünün, iktidar yalamalıklarının henüz mürekkebi kurumadan özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra halkın çaresizliğine derman, açmazlarına umut oluverdiler. Bir akıl hocalığı, bir akıl hocalığı… İnsan ister istemez böylesine birikimli, böylesine köklü bir aydın sınıfına sahip bir ülkede nasıl oluyor da Siyasal İslamcı bir parti yüzde ellilere varan bir oyla bağıra çağıra, niyetini, amacını gizlemeden iktidar olabiliyor, nasıl oluyor da aynı meşrepten MHP yüzde yirmilere varan oy alabiliyor diye şaşıp kalıyor.  Sanki bu ülkede On Üç yıldır… Devamı

Ey Uygarlık… Sus Artık…

Gece kuşağı filmlerine bayılırım. Günün yorgunluğu iradem dışında bedenimi bir külçe gibi oturduğum kanepeye mıhlayıp gözümü açacak hal bırakmamışsa, kahpe felek yapacağını yapmış, beni güldüren, eğlendiren gece kuşağı filmlerini izlemekten mahrum bırakmıştır. Uyuyup kalma huyumu iyi bildiğim için bütün önlemimi alır, o gece çay, kahve uyku kaçırıcı ne varsa hepsini boca eder, feleğe meydan okurum. İzlediğim filmlerin mekânsal görsellerinin görkeminde üzerlerine ödünç geçirilmiş endamlarıyla iğreti şık bayanlara, kalıbının adamı olmayan centilmen erkeklere yer yoktur. Köylü amcalar, ağabeyler, ablalar kâh herk tarlasında toprağa gömülü sabanı çekmekte zorlanan bir çift öküzün boyunduruğuna güç verirler, kâh ırgatlık tarlasının dikey yamaçlarında koro halinde şarkılar… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/07

“Ben demiştim” türü ukalalıklar, açmazların fırtınasında egolarını tatmin eden, açmazlardan medet uman muhterislere özgü hastalıklı bir ruh halidir. Onun derdi açmazın uçurumlarının büyümesidir, sisli havaları pek severler. Konu şudur, kestirmeden söyleyelim: Açık faşizm, beklenenden daha erken bir zamanda ülkenin kapısına dayanmıştır. Alt başlıklar halinde irdelenecek bölümlerde devrimciler aynayı öncelikle kendilerine tutmak zorundadırlar. Öncelikle bu onların mücadelesidir.  Başarabilirdik, şayet böylesi kuyrukçu bir edilgenliğin rehavetine kaptırmasaydık kendimizi. Ülkemizde faşizmin kitle tabanı “Türkçü/İslamcı” kesimlerdir ve kültürel altyapıları radikal dincilik ve ırkçılıktır. İslamcılık ve Türkçülük sentezlenerek devletin resmi ideolojisi olmuştur. İlerici hareketlere karşı farklı dönemlerde kâh ırkçı/Türkçü faşistler, kâh radikal İslamcı köktendinciler ön plana… Devamı

Post Modern Bir İşgal Hikâyesi

Farklı sol geleneklerden gelmemize, o günlerde birbirimize çok “yüklenmemize” karşın, en şiddetli tartışmalarımız da bile birbirimize karşı kırıcı, yaralayıcı bir dil kullandığımızı hatırlamıyorum. Kırk yıllık arkadaşlığımızda da bu samimi, içten ilişkilerimiz hiç bozulmadı… Ufak tefek iğnelemeler dışında… O beni biraz  “erken” bulurdu, ben onu gereğinden  “yavaş”… Kimsenin haklı çıkma diye bir derdi de yoktu üstelik.  İkimizin derdi de kişisel sınırlarımızın dışında olan biten karşısında üzerimize düşen müdahalenin biçimi, takınılması gereken tavra ilişkindi. “Seni özledim” dedi. “Gelsene” dedim. “Epeydir görüşemiyoruz”. Sözümü bitirmeden kapı zili çaldı, karşımda… Kucaklaştık, Hoş, beş… Sürpriz yapmış. Rahat, nefes alacağımız bir parka geldik. Çaylarımızı yudumlayıp tavla oynayacağız…… Devamı

Gulyabani

Ne zaman Karadeniz yöresine doğru bir yolculuğa çıksam otobüslerin zorunlu güzergâhı üzerinde olan kasabamıza yaklaşırken bir heyecan bir heyecan… İçim içime sığmaz. Oysa Ankara terminalinden başlayan yolculukta ne kasabaya uğramak vardır ne de Ankara-Samsun asfaltının ortasından yarıp geçtiği köyümüze dönüp bakmak… Otobüsümüz Kasabanın girişinde bulunan dinlenme tesislerine geldiğinde acele acele hemen muavini uyarırım… “Muavin kardeşim, Sungurluda inecek var!…” Muavininin ters ters yüzüme bakarak “ abi sen Samsun yolcususun, daha gelmedik ki” uyarısına “ yok yok, Sungurluda ineceğim” yanıtıyla muavin sol elini havada sallayarak “ in be adam” dercesine beni kibarca asfaltın ortasında bırakır, Sungurluya kadar dört beş kilometre yolu kâh… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/06

Olgular, üst üste binen sosyal, kültürel, askeri, politik v.b olaylarla beklenen süreden daha erken gerçeğe dönüşebilir. Gerek daha önceki yazılarımızda gerekse özel olarak irdelenmeye değer gördüğümüz bu başlıktaki yazılarımızda AKP iktidarının adım adım açık faşizme yönelişinin işaretlerini vermeye çalıştık. Sanki onbeş gün öncesi uzunca bir zaman dilimiymiş gibi, henüz bir “olgu” olarak irdelediğimiz veriler şu son onbeş gün içinde gerçeğin kapısını çalmaya başladı. Bu başlıktaki yazının 5.Bölümünde 2000’li yıllar sonrası küresel kapitalizmin içine düştüğü krizden kurtulmanın yolu olarak gerek çevre/bağımlı ülkelerde gerekse Merkez kapitalist ülkelerde faşist hareketlerin ivme kazandığını ve toplumsal bir gerçekliğe dönüştüğünü, ancak Merkez kapitalist ülkelerde küresel kapitalizmin… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/05

Tarihi gelişimin farklı evrelerine egemen olan, değişimin ve gelişimin diyalektiğini sınıf mücadelelerinin oluşturduğu, bütünselliğini “toplumsal ilişki ve çelişkiler” olarak adlandıracağımız sürecin değişim evreleriyle aynı tarihsel süreç içinde yer alan kapitalizmin değişim evreleri incelendiğinde, denilebilir ki kapitalizm öncesi tarihsel dönemlerin gelişim ve değişim hızı kaplumbağa adımlarıyla ölçülürken kapitalizmin değişimi ve gelişimi yıldırım hızıyla gerçekleşmektedir. Bütün toplumsal/ tarihsel dönemlerin gelişiminin ulaştığı doruk noktası aynı zamanda “bitiş”, çözülme, dağılma yerini mevcut tarihsel dönemin içindi yeşeren farklı sınıfsal/tarihsel/toplumsal ilişki ve çelişkileri içinde barından ardıl dönemlerin aldığı görülmektedir. Her dönemin toplumsal ilişkilerinin belirleyici beklemeği olan üretim ilişkilerinin biçim ve ilişkilerinin doğurduğu sınıfsal ilişki ve çelişkiler,… Devamı

Kıyamet sesleri

Akşam, yatağına girerken kaygısız ve rahat bir uyku uyuma hayali yine karabasana dönüştü. Sabaha karşı yıldırımları odanın içini keskin bir aydınlığa büründüren gök gürültüsünün şiddetli patlamalarıyla sıçradı. Arka arkaya çakan şimşeklerin alazı yüzüne vurup gözlerini kamaştırırken, uyku sersemliği ile bir an nerede olduğunu kestiremeyip, balkona çıkan koridoru şaşırdı. El yordamıyla koridorun duvarını takip ederek balkona çıktı. Caddenin boydan boya kesilen elektrikleri caddeyi karanlığa boğmuştu, evlerin pencerelerinde ışıldayan bir ışık aradı. Cadde boş, karanlık ve yalnızdı.  Caddeyi kendi yalnızlığıyla özdeşleştirip ürperdi.  Fırtınanın şiddetinin kendisini de savuracağını düşünerek balkonun demirlerine sıkı sıkıya tutunarak boydan boya caddeyi izledi. Fırtınanın şiddeti yağmurun şiddetine karışmış,… Devamı

Köpeklerin Gecesi

İstanbul Hukuktan İdare Hukuku hocamız İL HAN ÖZAY ilginç bir kişilikti. Söylenenler doğruysa 12 Eylül faşizminde yurt dışına çıkmış, ABD’den Japonya’ya birçok ülkenin Hukuk fakültelerinden davetler almış, bu ülkelerin Hukuk Fakültelerinde öğretmenlik yapmış… Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrencisi olmuştum. Sınav sorularının “alışılmamış” sorular olduğunu söylerlerdi.  Soruların alışılmamışlığı nasıl olur diye de merak ederdim.  O yılın Mayıs ayıydı. Çıldırtan, coşturan, kederlendiren, başınızı alıp gitme isteğinizi bastıramadığınız, içinizin kıpır kıpır olduğu ay, Mayıs… Nihayet yazılı sınavda soruları önümüze sürdüler. Hani biz kitap içeriğinden sorular bekliyoruz ya, ne gezer. Efendim “Diyarbakır olağanüstü hal valisinin konağını akrepler basmış, sarayın içi dışı akrep dolu…. Devamı

Kimlikleriniz Lütfen

Bir günlük gazetenin sekiz sütuna manşet haberinde yer alıyordu. İstanbul’da bir tiyatro topluluğunun badem bıyıklı oyuncularının üzerlerinde Nazi üniformalarıyla Beyoğlu’nda ne işleri olabilirdi ki? Haberin ilk satırlarını yakından okuyunca dehşete düşüyorsunuz. Nazi üniformalı adamlar Beyoğlu caddesini kesmişler, gelenden geçenden kimlik soruyorlar. Kimlik bitte… Kimlik bitte… Kimlik bitte… Kimlikleriniz lütfen… Hiçbir itiraza mahal kalmadan cicili bicili beyler hanımlar, yakışıklı delikanlılar, genç kızlar, gelen geçen kim varsa Nazi göstericilere bir zorluk çıkarmanın ötesinde onların işlerini kolaylaştırmak için kimliklerini cüzdanlarından, çantalarından çıkarıp sıraya geçmişler Nazilerin eline uzatıyor. İtirazsız uzatılan kimlikleri inceleyen Nazi kılıklılar kimlik sahibini şöyle bir yukarıdan aşağı süzüp, yarı alaycı, kaş… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/03

Başlıktaki yazının ikinci bölümünün alt başlığını “Siyasal İslam’dan İŞİD’e olarak belirlememizin amacı bazı sol çevrelerin siyasal İslam ile faşizm olgusunu yan yana getirmenin, düşünmenin Marksizm ile bağlantısı konusunda Nuh deyip peygamber dememeleri sonucudur. Kısaca bu çevreler faşizmi tekelci kapitalizm bağlamında ele alırlarken Siyasal İslam’ın tekelci sermaye ötesi küresel sermayenin bir türevi, Müslüman coğrafyalarda bir iktidar seçeneği olduğu gerçeğini görememekte, kavrayamamaktadırlar. Hatta bu çevrelere göre Siyasal İslam kapitalizmin karşısına bir alternatif olarak çıkmıştır, kapitalizmin ezdiği “ zavallı Müslümanlar” ayağa kalkıp kendi iktidar seçeneklerini oluşturmuşlardır, deneyip görmek gerekir! Ne diyelim, deneyebilirler elbette ama umarız denemelerinin sonucunu görmeye fırsatları olur. Sanki kapitalizm sömürüsünü… Devamı

Işıkları Söndürün Lütfen

Şayet çalakalem yazdığım yazıları Ortaokul öğretmenim sevgili hocam Tayfur Bey okuyorsa eminim içinden “ yok canım, ne dersem diyeyim, kırk yıl önceki kompozisyon çala kalemini bugün değiştirmedi. Retorik hak getire, hitabet sıfır. Kulaklarını çeksem eşek kadar adam oldu, bu çocuk adam olmayacak ” dediğini duyar gibiyim.  Sevgili hocam ne diyeyim ki, bizlere gösterdiğin özenin yazı yazma” konusunda ” karşılığını bulamamanın bir gerekçesini bulamam, kendimi “mazur” gösteremem ki. Gözünüzden kaçmayan haylazlıklarımız, karşılığını kulaklarımızı çekmede bulsa da kızarken bile nasıl bir baba, ağabey gibi gülümsediğini hiç unutmadım. O sert görünümünüzün, kaya gibi duruşunuzun altında yatan çocuk yüreğinizden neler geçtiğini nasıl bilmem çocuk… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/02 “Siyasal İslamdan İŞİD’e”

Az buçuk entelektüel çevrelerle yaptığımız tartışmalarda aşağıda irdelenecek konuya yaklaşımımıza ilişkin ve Marksizm adına şiddetli karşı çıkışlar, tepkilerle karşılaşıldı. Vardığım sonuç şu: Tartışılan çevrelerin nazarında Marksizm 20. Yüzyılın ortalarında buzdolabında derin dondurucuya konulmuş, orada bırakılmıştır. Diyalektik/aslolanın değişim olduğu gerçeği de sözlüklerde içi boş bir kavram derecesine indirgenmiştir. Daha açık konuşalım: Dimitrov’un tanımında faşizm “ tekelci sermayenin en gerici, en şoven, en saldırgan kesimlerinin iktidarıdır” tanımlamasına göre tekelci sermaye Emperyalist/kapitalist ülkelerde bulunduğuna ve bizim gibi ülkeler yarı bağımlı, yarı sömürge olduğuna göre tekelci sermayenin olmadığı yerde faşizmden bahsedilemez, olsa olsa askeri diktatörlüklerden söz edilir”… Özetle söyledikleri budur. Tartıştığımız çevrelerin hangi sol… Devamı

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/01

AKP’nin iktidar olma arifesinde kendilerine “liberal” yaftası takan güruhun gelinen noktada “biz bilmiyorduk” yollu günah çıkarmaları, bu kesimin salt kişiliklerinin “ defolu olması” ile açıklanamaz. Sorunun kendisi ve düşülen yanılgılar kapitalist sistemde sistemin ve işçi sınıfının ideolojik ve örgütsel olarak mevzilenmesiyle ilgilidir. Kapitalist sistemin işleyişiyle ilişkileri içinde AKP’nin yeri açığa çıkarılmalıdır. Bu tespitin doğru analizi ile AKP’nin adım adım nereye gittiğinin de tespiti de doğru yapılacak, karanlığın üstüne ışık tutulacaktır. Ancak bundan sonradır ki son hamlesi “güvenlik paketi” ile amacına bir adım daha yaklaşan AKP’nin “ileri demokrasisinin” klasik faşizm tanımını aşan özgün faşizme doğru yol aldığı görülecektir. Ancak öncelikle klasik… Devamı

Kâbus

Çocukluğumda anamın en çok tedirginlik duyduğu yanım “alttan almamayı” bilmememmiş ve bu yüzden ileride başımı derde sokacak bir şeye maydanoz olmamdan korkarmış. Hatırlıyorum elbette bölük pörçük de olsa. Köy çocukları arasında bir meydan kavgasında en çok da benim kaşım gözüm patlar, kafam yarılırdı. Ağzım burnum kan içinde eve gelmekten de çekinirdim ama bir yolunu bulan anam o gün müneccim gibi benim yine bir yerlerimin kırılmış olacağını düşünüp köşe bucak beni aramaya çıkarmış. Anamın köteğinden korkardım da. “Gâvur çocuğu ne senden çektiğim her gün bir kavga, her gün bir dövüş… Kafanda kırılmadık yer kalmadı” der, bir güzel paylardı beni. Hemen oracıkta… Devamı

Kahramanlar Geçidi

Şayet benim gibi sokaklarını yalnızca ay ışığının, evlerini ölgün, sarı ışıklı gaz lambalarından başka aydınlatacak ışıklı cisimlerin bilinmediği bir köyde doğup büyümüşseniz beyninize kazınan ilk kahramanlarınız sürüde yarım ay boynuzlu koç, sığırda boynu mavi boncuklu, boynuzu muskalı, ala benekli tosundur. Her ikisi de etrafında çizdiği dairede başını yarı döndürüp ön ayağı ile toprağı eşelemeye başlayınca sürünün ya da sığırın aklı başından gider, bir alay dolusu yaratık onların da kendileri gibi bir baş dört ayaktan ibaret olduklarına bakmaksızın başlarını birbirlerinin kıçına sokarak başlarlar kaçışmaya… İşte, kahramanınız bir kez daha rüştünü ispat etmiştir, bütün meydan onlarındır… Sadece benim değil, bütün yeryüzünün eşsiz… Devamı

Kederli Kentin Şövalyesi

-Suphi Nejat Ağırnaslı’nın anısına-                                                                                                                                                           Masallara özgü vakur duruşlu adamdan belleğinde iki anısı kalmıştı. Kıstırılmışlıklarını boyunlarında onur nişanesi gibi taşıdıkları günlerdi. Kızılay’da çembere alındığı… Devamı

Stalingrad, Balkanlar…Ya da Kobani

(BİR GÜN TARİH DE KONUŞUR) Yeni sömürgeciliğin değişkenleri adlı on yedi bölümlük irdelemenin birkaç bölümünün küresel kapitalizmin 21.yüzyıl ideologlarından Fukiyama ve Huntington’a ayırmamız elbette nedensiz değildi. İŞİD’in Kobani’ye saldırısının görünen sonuçları üzerinden çözüm arayışlarına gitmek, bataklığı görmezden gelerek tek tek sivrisineklerle uğraşmaktır. Kestirmeden söyleyelim: Kobani pratiğinde İŞİD emperyalist/Kapitalizmin bataklığında üretilen, beslenen, donatılan sivrisineklerdir ve Kobani’de Kürtlere musallat edilmişlerdir/ olmuşlardır. Her asalak yaratığın beslenmek için insan kana ihtiyacı vardır ve Kobani’de bir halkı yok edercesine kan dökmelerinin de şaşılacak bir yanı yoktur. Devrimciler açısından şaşılması gereken, sebeplerin ötelenerek günlük sonuçlar üzerinden varsayımlar üretmektir. İŞİD nezdinde görülmesi gereken Emperyalist/Kapitalizmin beslenmek için kana… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-17

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” efelenmesine karşı “kim olduğunu bilmiyorum ama hiçbir şeye de benzetemiyorum” aforizmasını savurduğu gün o cenahla aram bir daha düzelmedi. O cenahtan her kim ki yolumun üstüne çıktı, gerçekten de onları hiçbir şeye benzetemedim. Adama benzemiyorlardı çünkü simalarında nur, gözlerinde zekâ pırıltısı yoktu. Kuşa da benzemiyorlardı, kanatlarında ruh, ufuklarında sonsuzluk yoktu. Bitki, ağaç, dal, çiçek, böcek… I-ııhhh… Yaprakları yağmur tutmayan bir ağaç, yorguna gölgesi olmayan bir dal da neyin nesiydi… Varlığı ile yokluğu neyi değiştirirdi ki… Bir çiçek… Yeşili olur, çiçekleri olur, kokusu olur… Akşam sefalarını düşün bir, daha sokağın başına varır varmaz seni o… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/16

Girift ve karmaşık sosyo-politik ve siyasal mekanizmaların işleyişleri, o mekanizmaları oluşturan parçaların her birinde bütünlüklü bir bilgi birikimini ve uzmanlığı zorunlu kılar. Mekanizmanın bütününün işleyişindeki süreklilik her bir parçanın kendi içinde bütünlüklü öngörülere dayanan uzun vadeli projeler oluşturması ve projelerin uygulama alanlarında denenmesini ve parçaların bir dizge halinde sistemleştirilmesini gerektirir. Yeni sömürgeciliğin değişkenleri başlıklı yazımızın büyük çoğunluğunda Emperyalist/Kapitalizmin 21. Yüzyıldaki işleyişindeki değişikliklerin klasik işleyiş biçimleriyle neden açıklanamayacağı üzerinde durulmuş ve yeni işleyişin projelendirilmesinde yeni işleyiş biçimlerinin Küresel kapitalizmin ideologları S.Huntington ve F.Fukuyamanın ekonomik/politik tezlerinde ifadesini bulduğuna çeşitli vesilelerle değinilmiştir. Bu bölümde, önceki yazılarda irdelendiğinden küresel kapitalizmin ekonomik işleyişindeki değişikliklerin değil,… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-16

Yaz ikindisinde çiselemeye başlayan yağmur boğucu sıcaklara bir serinlik kattı. Bunalan, oflayan puflayan, nefes almakta zorluk çeken parkın ahalisi, çisentinin sağanağa dönüşmesiyle parkın çay bahçesinin şemsiyelerine sığınmaya başladılar. Neredeyse ortalıkta kimsecikler kalmadı. Sağanak öyle bir indiriyor ki kısa sürede toprak göllenmeye başladı. Yoldan geçenler sağanak yağmurda ıslanmamak için şemsiyelerin altında kendilerine bir korunak arıyorlar. Toprak, bir fırsat arıyormuşçasına gizlisindeki hazinesini ortalığa seriverdi… Yağmur damlalarına kokusunu katıyor. Parkın müdavimleri toprak kokusunu içlerine çekiyorlar. Şu adam… Alışılmışın ötesinde kaygısızlığıyla, sanki koca parkta kendisinden başka kimsecikler yokmuşçasına, sanki yağan yağmur kendisini ıslatmıyormuşçasına, falezlerden aşağı uzattığı ayağını çekmeden ve bedeninin hiçbir organını hareket ettirmeden… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/15

1-2002 yılında ABD Dış işleri Bakanı Rice’ın “Yeni bir Ortadoğunun zamanı geldi” kehanetinin üzerinden on iki yıl geçti. Hatırlanacaktır, bu kehaneti ABD’nin “Saddam Diktatörünü devirerek Irak’a Demokrasi getirme gerekçesiyle”  Irak’ı işgali izledi. Irak’ın işgalinde ABD “yerli işbirlikçilerini”  oluştururken  “Iraklı” kimliği yerine “Sünni”, “Şii” gibi mezhepsel, “Türkmen”., “Arap”, “Kürt” gibi etnik argümanları kullandı. Gerek mezhepsel bazlı argümanlar, gerekse etnik bazlı argümanlar sandılar ki Saddam rejiminin devrilmesiyle kendilerine gün doğacak ve ırakta hâkimiyetlerini ilan edecekler. On iki yıllık zaman dilimi içinde mezhepsel argümanlarla etnik argümanların oluşturduğu cepheleşmenin birbirlerini kırma savaşları giderek tırmandı ve baskın güç Işid yazılı ve görsel medyanın ana haberleri… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-15

Bütün cesaretimi toplayıp içinde korku barındıran ve çareyi habire kaçmakta, ertelemekte bulduğum, dahası beynime yedi başlı ejderha gibi dolanan o melun soruyu nihayet ürpererek de olsa önce kendime sonra “boş bulunup” ayaküstü bir merhabayla başlayıp derken bir çay… bir çay daha… arasına sıkışmakla kalmayıp, uzayıp giden sohbet esnasında karşımdaki kişiye sorma cesaretini gösterdim. “Bugünün uygarlığının yaratıcıları insanlığın yeminli ve ezeli düşmanı mıydılar, ya da yaratılan uygarlığın efendileri insanın özgürleşmesi ve evrensel yasalar adına kendi iç dünyalarında besledikleri frankeştaynları kutsal sözcüklerle ambalajlayarak bize yedirdiler mi”? Böylesine havadan sudan, denizden kumsaldan, yaz sıcaklarının mayıştırıcılığından söz edilen bir sohbetin arasına sokuşturulan, anlamadığını mimik… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-14

“Yazmak canım istemiyor artık. Bu kimi ilgilendirir ki benden başka. Zaten şimdiye kadar da kimseyi ilgilendirmedi. Şöyle üst perdeden “sevgili okur” diye başlamak da hiç içimden gelmiyor doğrusu. “Sevgili okurlarım sizin için”… Değil valla, kimse için değil,  hele hele sizin için hiç değil… Kendim için yazdım, kendi duygularım için, kendi iç dünyamı dizginlemek için, kahrolası egomu tatmin etmek için yazdım. Boğazımı sıkan eli gevşetmek için yazdım, nefesimi düğümleyen pis havayı dağıtmak için, gözüme perde çeken sisi defetmek için yazdım… Bunca emek verdim, bunca çaba harcadım, uykusuz kaldım, bir cümlede, bir sözcükte tıkanıp kaldığımda saçımı başımı yoldum, acaba hangi sözcüğü seçsem,… Devamı

Sınıfsal İçgüdü Üzerine İki Not

(AZ GELİŞMİŞLİĞİN KAPİTALİZMİ Mİ, KAPİTALİZMİN AZGELİŞMİŞLİĞİ Mİ?) Soma kömür madenindeki sonucu önceden kestirilebilen kitlesel katliamın dördüncü günü biterken, yazılı ve görsel medyada haberler, yorumlar, açık oturumlar birbirini izledi. Toplumsal “acıma algısının yaratılmasında” medyanın oldukça başarılı olduğu teslim edilmelidir. Oğlunu, eşini, yakınını kaybedenlerin acıları sömürünün sarmalında bir görselliğe dönüşüyor, en muhalif olanların tepkileri, olayı duyurma biçimleri ve yorumları bile “işverenin gerekli güvenlik önlemlerini almadığının” ötesine geçmiyor. Katliama duyulan tepkinin yarattığı iktidara yönelik öfke iktidar sahipleri tarafından tekme-tokatla karşılık bulurken resmi güçler yine biber gazlarıyla, tomalarıyla acılı insanların içgüdüsel tepkilerine göz açtırmıyor. İktidarın resmi güçleri olay yerini, maden ocağı çevresini kuşatıp kuş uçurmazken,… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-13

“Aşk, kafatasına sığmayacak kadar çılgın bir beyne, göğüs kafesinden çıkarıp sokağa atacak kadar cesur bir yüreğe sahip olanların işidir” dese biri size, eminim bu lafı eden adamı yarı alayca yarı aldırmaz bir tavırla aşağıdan yukarıya göz ucuyla süzüp vebadan kaçar gibi hemencecik oradan uzcuklaşıverirsiniz. Yanılıyor muyum? Yo yo, bu sizi küçümseme, “bir işe yaramazlar” sınıfına koyma gibi bir niyetimin olmadığına samimiyetle inanmanızı isterim. Üstelik hepinizden önce de bunu ben yaparım. Orta zekâlı adam müsvettelerinin cennetinde aşka övgüler düzüp, üstelik kendimi o cendereye sokarak cehenneme koşar adım gidecek kadar saf ve salak mıyım ben… Yaşadığım toplumda “işe yarar adam” pozu vermenin… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/14

“Yeni sömürgeciliğin değişkenleri” başlıklı irdelemelerin temel çıkış noktasını oluşturan tez, emperyalist /Kapitalistlerin kendi aralarındaki ilişkinin 20. Yüzyılın sonlarına doğru sermaye hareketlerinin doğal akışı içinde çelişki/bütünleşme diyalektiği bağlamında bütünleşmenin ağır bastığı, ikinci paylaşım savaşı sonrasında başlayan girişimlerde uluslararası tekelci sermayenin her hangi bir emperyalist devletin ya da sermaye grubunun değil, bütün emperyalist kampın ekonomik ( İMF, Dünya Bankası, Avrupa topluluğu) politik ve askeri (Nato), kurumlarının oluşturulmaya başlandığı, ticari bütünleşmenin giderek siyasi bütünleşmeyle kaynaştırıldığı (AB), 20. Yüzyıl Kapitalistlerinin birçoğunun büyük sermaye gruplarınca yutularak klasik tekelci kapitalizmin daha üst boyutlarda sıçramalar yaparak “küresel kapitalizm” e dayandıkları, yer kürenin en ücra köşelerine kadar genişlediklerini… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-12

“Occupy Wall Street, Occupy Hamburg…” Mevsimler bahar /yaz aylarını devirip güze evrilirken içime bir ağırlık çöker, bir uyuşukluk, bir boşluk… Ne yapsam ne eylesem yüzüme vuran iç burukluğumu gizleyemem, gözlerime oturan hüznü, içime çöreklenen karamsarlığımı ört bas edemem. Hangi eşe dosta rastlasam “ ne o lan, yine yüzünden düşen bin parça” alayından kaçamam. Ne bileyim belki kökü derinlerde olan, güzün yeniden nükseden,  kendini hatırlatan bir yaram vardır da belki fark edemiyorumdur, belki bilinçaltında gizlediğim bir sır yüzüme ayna tutuyordur da bundan kaçmaya çalışıyorumdur. Sebep her neyse ama güz aylarının kendimi bildim bileli benim halet-i ruhiyemdeki yeri, anlamı bundan başka bir… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/13

Yeni sömürgecilik ilişkilerindeki değişim sürecinin irdelenmesi açıktır ki bir makale boyutunun üzerinde ve birbirini etkileyen birçok değişkenin bir arada ele alınmasını ve irdelenmesini gerektirir. Olgunun bir bütün olarak değerlendirilmesi o olguyu oluşturan çoklu değişkenlerin her biri kendi alanında bir uzmanlık işidir ve her birini kendi içinde etkileyen faktörlerin, sebepler birikiminin doğuracağı verilerin doğru sonuca bağlanması, öneriler sunması, çözüm üretmesi beklenir. Bu başlık altında irdelenen konunun gerek hacim açısından ve gerekse ilişkilendirilen çoklu bilimsel verilerin birbirlerini etkileyişlerinin analizi açısından böyle bir iddiası olmamasına karşın yeni sömürgeciliğin doğurduğu sınıfsal ilişki ve çelişkilerinin ulaşmış olduğu düzeyin gözlemlenmesi ve sınıf mücadelesine bu bağlamda öneriler… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-11

Kaçıncı yıldı geride bırakılan? On… Onbeş… Yirmi… Belki de daha fazlaydı da çetelen pusulayı şaşırmıştı. İki bin iki yüz yirmi iki gün sonra çıkıp gelivermesiyle o güne kadar tuttuğun çeteleleri saymıştın. Tamı tamına iki bin iki yüz yirmi iki gün boyunca çetele tutmuştun… Her geçen günü doğacak güne ekleyerek ve her an kapıyı açıp “geldim” diyeceğini, gülümsemesiyle, bakışlarıyla, “çat kapı” içeriye gireceğini bekleyerek… Gelmişti işte ve de yüzünde güller açmıştı… Yanındaydı işte ve artık ne çetele tutacaktın ne de her çiziktirmelerde o terk edildiğin günün cehennem azabını yeniden yeniden yaşayacaktın. Onu apansız getirip karşına diken şey ona duyduğun o dipsiz… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-10

Aralık ayının Akdeniz soğuğunun, buraya elli yıldır ilk kez yağdığı söylenen karla karışık yağmurun dondurucu ayazında iliklerine işleyen titremeleri yatıştırmak için bizim “sosyal mekânımız” kahvenin, ağzına kadar dolu günlük işsizlerinin birbirlerine sokularak ısındığı, sandalyelere ikişer üçer, tıkış tıkış oturan kalabalığın ortasına kendimi atıvermesem kimsecikler benim farkımda olmayacaktı. Soğuk da ne soğuk ama nemli fırtına insanın içine işliyor. Dışarıda kedi, köpek, kuş hiçbir canlı türünün esamisi okunmuyor. Herkes, her canlı bu fırtınalı soğuktan korunacak bir köşe bulmuş, rüzgârın etkisiyle hışırdayan ağaç dallarının çıkardığı sesi saymazsak ortalık çöl yalnızlığında.

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/12

Kapitalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerinin gözlemlenen değişimine paralel olarak politik ve siyasal değişim de birlikte gelişti. Bir başka deyişle ekonomik sömürüdeki değişimin uygulama pratiğini siyasi/ politik değişim belirledi, birbirinin içinden çıktı, birbirini etkiledi. Değişimin diyalektiğinin sınıflar mücadelesine yansıyan sebep/sonuç ilişkilerini bu çerçevede değerlendirmek ve anlamak için “ne yapmalı” sorusuna bu ilişkiler bağlamında yanıt aramak “doğru yerden başlamanın” da ilk koşuludur. Tarih nasıl ki insanlığın önüne ancak çözebileceği, çözmek için gerekli maddi koşulların oluştuğu sorunları koyarsa ve insanlık önce sorunun kaynağının doğru tespiti ile çözüm için doğru mücadele araçlarını seçebilirse, sınıf mücadelesinin pratiği de ancak mevcut durumun sınıfsal içeriğini doğru kavramakla, emperyalist/kapitalist… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/11

Küresel kapitalizmin 20. Yüzyılın son çeyreğinde girdiği eğilimin 21. Yüzyılda şekillenmeye başladığını, küresel boyut kazandığını, bu döneme kadar emperyalist/kapitalistler arasındaki ilişkinin niteliğini belirleyen çelişkinin yerini bu dönemde bütünleşmenin aldığını ve devrimci hareketin bu olguyu dikkatle gözleyerek örgütlenme ve çalışma tarzının, teori ve pratiğinin mevcut koşullara uygun örgütlenme tarzı geliştirmesi, işçi sınıfı hareketinin uluslarası örgütlerinin birlikte mücadele ve örgütlenme yeteneği kazanmasının zorunluluğuna değinmiştik. Küresel çapta “şişen” ve patlamaya hazır küresel sermayenin artık daha fazla gideceği yer yoktur ve işgal ettiği alanlardaki yaşamı yok etme noktasına gelip dayanmıştır. Tehdit edilen sadece şu veya bu ülke halkı, şu veya bu ülke işçi sınıfı… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-09

Çaresiz ama tereddütlü görünüyor, teşekkür ediyor teklifime. Terminalde sabahlayacağına izin verip vermeyeceklerini soruyor. “Verirler” diyorum, terminalde sabahlarsın. Rahatlıyor, endişesi dağılır gibi oluyor. Hareketlerini izliyorum. “Diyelim ki bu adam polis ve senin peşinde. Yahu bu adamlar zaten senin peşinde. Bir açığını bulsalar uçururlar seni. Bu kadar tesadüf!… Paranoyaya mı kapılıyorum yoksa”… Kendimi toparlayıp son derece emin bir tavırla “ hava çok soğuk diyorum, ben öğretmenim, biz de kal”. Bu kez teklifimde ısrarcı olmamın onda yarattığı kuşkuyu görüyorum. Hangi branş öğretmeni olduğumu, nerede çalıştığımı, kaç yıldır çalıştığımı v.s soru yağmuruna tutuyor beni. “Dershanede çalışıyorum, Matematikçiyim” diyorum. Okulda değil dershanede çalışıyorum.” Dershane!… Yeahh…… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-08

(BİRİNCİ BÖLÜM) Kimselerin bilmediği bir sırrın ansızın açığa çıkacağı endişesi… Sürekli bir tedirginlik, sürekli bir acaba?. Akbabanın avını sürmedeki sürekliliği ve karalığı ile izleniyorsunuz… Artık dışarıdasın ama içerinin yolları pamuk ipliğine bağlı, kapıların her an açılması olasılığı kuvvetle muhtemel… Onursuzluk pazarından yedekler toplayıp suç üretiliyor… “Acaba hangi itirafçıyı pazarladılar da seni yeniden içeri tıkmanın sinsi sinsi planlarını yapıyorlardır.”. Bunca yılın deneyim ve tecrübesini edindin, bu hödükler elbette senden daha zeki değil, daha akıllı değil. Sen aklın ve zekanın tek bedende tek başta billurlaştığı bir ütopyanın adamısın, sen bir komünistsin… Tek silahın da bu zaten. Zekâ ve sezgi… Iskalamak yok… Hedefi… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-07

“Dağ eşkıyası”… Yirmili yaşlarımızda meydanları “ Vietnam’a bin selam” diye inlettiğimiz günlerde, günlük basında batılı bir gazetecinin ABD devlet başkanıyla yaptığı bir söyleşi kırk yıl sonra daha dün gibi taze, beynimde dolaşıyor. “Dağ eşkıyası”…Kim bu dağ eşkıyası?. ABD Devlet başkanıyla yapılan röportajda, ABD Devlet başkanının Giapa uygun bulduğu isim… “Dağ eşkıyası”… En ileri silah teknolojisiyle donatılmış Amerikan askerlerini en ilkel silahlarla Vietnam’da bozguna uğratan General Giap… Vo Nguyen Giap… Yoo, durun hele. Öyle Panama savaş okulunda eğitim görmüş, askeri bilgilerle donatılmış, kendi ülkesinde “umuda hedef alıp kuş seslerini vuran” yerkürede emperyalizmin borusunu öttürmek için apoletler kuşanan eften, püften şımarık ve… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/10

Yazımızın bir önceki bölümünde, “gezi” halk hareketine ilişkin AKP iktidarının sözcülerinin aslında aynı olan niyetlerini “mış” gibi yaparak “farklı” gösterme gayretlerinin altını çizmiş ve aşağıdaki değerlendirmeyi yapmıştık. “AKP iktidarının sözcülerinin eyleme karşı farklı dil kullanmalarının sebebi budur. Osmanlı geleneğinden olanlar eylemin polis şiddetiyle bastırılmasını öne çıkarırken, karşı devrimin inceltilmiş dehlizlerinden geçenler direnişin örgütlenme aşamasına varmasını engellemek için güya daha “ şirin” bir dil kullanmayı tercih etmişlerdir. Bize göre “daha şirin bir dil” kullanan kesim polis zorunu öne çıkaran kesimden daha kurnazdır. Sözüm ona daha hoşgörülü, daha demokrat görünerek suyun denize ulaşmasını engellemenin yolunu aramaktadırlar. Akıl hocası liberallere göre ise eylemin… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-06

“Yaz başlarında şu “Haziran rüzgarı” da olmasa kendimi bizim dağların eriyen karına benzetecektim. Üzerimde bir bıkkınlık, bir yılgınlık, bir moral çöküntüsü… Basbayağı eriyorum, gücüm yok kendimi toparlamaya. “Bu gidişat nereye oğlum, neden yaprak kımıldamaz, neden gök gürlemez… Sen ne halta yararsın”… Akdenizin yapış yapış nemli sıcağında herkes serinlemek için denize koşarken senin serinlemek için hiçbir gölgeye, serin bir ağaç altına ya da bir denize bir göle, bir subaşına gitmeyi hiç canın istemedi… Sanki “garp cephesinde yeni bir şey yok” tu romanının kahramanı gibi bir damla yağmurun susuzluktan kurumuş, yarılmış toprağı dirilteceğini beklercesine gözünü gökyüzüne diker, saatlerce bulutların hareketlerini, yüksekten uçan… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/09

Geçen sayıda küresel kapitalizmin ideologlarının kitlelerin tepkilerini pasifize etme, sistem içinde eritme politikalarına dikkat çekmiş, gezi olaylarıyla dışa vuran kitlesel tepkiler üzerine geliştirilen çeşitli senaryoların tepkiyi “eritme, etkisizleştirme” üzerine kurulu olduğunu, her ne kadar dışa vurulan, görülen tepkilerin AKP iktidarı görünüründe ortaya çıksa da devrimcilerin tepkinin görünen biçimini küçümsemeden sisteme kanalize etmenin yollarını aramaları, “nasıl”ı düşünmeleri gereği üzerinde durmuştuk. Mısır ile başlayan süreç, Suriye’ye ilişkin suların ısıtılması ve savaş borazancılığının meşruiyetinin yaratılmaya çalışılmasının güncel bir durum olması karşısında, sisteme yönelen kitlesel tepkilerin yaratılan suni denge ile sistem içine çekilmesi, eritilmesi, yok edilmesine ilişkin düşüncelerimizi ve devrimcilerin ne yapılması konusundaki önerilerimizi… Devamı

Hançerinde Fesleğen Büyüten Bedevi (Yeniden)

(Yazı 2002 yılında yazıldı. Ekin/Sanat dergisinin muhtelif sayısında yayımlandı. Paris, Londra, Roma, Fransa, İngiltere, İtalya… Ama bir de Türkiye vardı. 2013 yılının Haziranında sıra Türkiye’nin “çapulcularındaydı ve bu bir nöbetti. Selam olsun size ülkemin “çapulcuları”… Bir ülkeyi dirilttiniz, ölüydüm… Beni de dirilttiniz…Yazıyı olduğu gibi yeniden yayımlıyoruz.) Aynı fotoğrafın karesindesiniz, aynı çizginin izdüşümünde. Rüzgar Paris’in banliyölerinden İstanbul’a mı esiyor, İstanbul’un gecekondularını çapraz yalayıp geçen ay, Paris’in işçi mahallelerine mi düşüyor? Fotoğraflar ne çok karışıyor birbirine,  İstanbul neresi, Paris hangisi… Haber bültenlerinde, siz Paris’te yaşayan yetmiş iki millete uygun bulunan sıfatlar, bizim buralarda yaşayan yetmiş iki millete layık görülen sıfatlarla nasıl da… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/04

20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve kurgulanan ve 21. birinci yüzyılın başlarında ekonomik-politik siyasaya damgasını vuran yeni sömürgeciliğin bu yüzünün ortaya çıkışı ve 20. yüzyıldaki yeni sömürgecilik ilişkilerinde bir aşama yapmasının sebebi Emperyalist/Kapitalizmin bir tercihi olmayıp, objektif-nesnel bir gerçekliğin zorunlu sonucudur. Esasen serbest rekabetçi dönemden emperyalist aşamaya sıçrayan kapitalizmin bu aşamaya sıçramasının sebebi nasıl ki sermaye hareketlerine bağımlı olarak ortaya çıkan bir değişim ise ve bu aşamanın işaret ettiği değişim nasıl ki iki faktörü, sınıfsal çelişkilerin artmasını ve kapitalizmin bunalımını derinleştirmişse, aşamayı zorunlu kılan sermayenin yoğunlaşması da kapitalizmin bunalım ve krizlerine bir çözüm getirmek yerine bunalımları yoğunlaştırmış ve bunalımlar yoğunlaştıkça… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/08

Yazının önceki bölümlerinde yeni sömürgeciliğin değişkenlerinde üç olguya vurgu yapılmış, dikkat çekilmişti. Birincisi; Sermaye birikimi gelmiş olduğu düzey itibariyle, doğumunu ve varlığını borçlu olduğu ulusal sınırları ortadan kaldırarak küresel boyutta tüm yer küreyi egemenliği altına almak istemektedir. Bu niteliği ile süreç içinde oluşan Uluslar arası sermaye bir dönemler sömürüden pay alan ulusal sermayenin egemenlik/sömürü alanını da ortadan kaldırmış, bu sermayeyi tasfiye etmiştir. Bu gün ulusal sermaye kapitalizmin yan sanayii olma özelliğine indirgenmiş, egemenlik alanlarında söz ve karar hakkını yitirmiştir. ( Bu koşullarda neden ulusalcılığın tarihsel sürecini tamamladığına ve çözüm olamayacağına, artık bütün ülkeler için neden demokratik devrim sürecinin tamamlanarak sosyalizmin… Devamı

Kürt Hareketi “Destan ve Ağıt”

“Kürt hareketine yakılan lirik destanın trajik bir ağıta dönüşmemesini umuyoruz” “Bizim oğlanlardan devşirme oğlanlara ve Türkiye’de karşı devrim süreci,1980-2008” başlıklı yazılarımızda, tartışmaya çalışacağımız bu yazının ipuçları verilmiş, ancak konunun dağılmaması için, tartışma konusunun ayrı bir yazı dizisi olarak irdelenmesi gerektiği düşünülmüştü. Tartışılan konunun, evrensel ölçekte yaşanan olayların “sınıf mücadeleleri” ilişki ve çelişkileri kapsamında cereyan ettiği ve “akademik araştırma derinliğinde” olduğunun bilincindeyiz. Ancak, gerek zaman açısından gerekse olanaklar açısından yazımız bir akademik araştırma boyutunda olmayıp, yatın tarihsel sürecin “gösterilmeyen, üstü küllendirilmeye çalışılan” sınıfsal karakterine işaret edilmekle yetinilecektir. İşaret edilmeye çalışılan evrensel boyutta cereyan eden sınıf ilişki ve çelişkilerinin ülkemizdeki özgün görünümü “Kürt… Devamı

Demokrasi ve Diktatörlük

Tarih sahnesine çıkışından beri burjuvazi ne zaman “yönetemez” duruma düşmüşse, “yönetememe”  gerekçesini, demokrasinin kurumsallaşmadığına bağlamış, yönetilebilir bir toplum yaratmanın yöntemini de demokrasinin toplumsal sınıf ve katmanlarda yerleşmesi olarak görmüştür. Egemen sınıf olarak burjuvazi bu tezini toplumun sözü geçen ve etki alanı yaratan, kanaat önderlerine, yazar-çizer kesimlerine de ezberlettirmiştir. Bu gün her kesimden, sağ-sol, liberal, irticacı, faşist bütün kesimlerin koro halinde bıktırırcasına tekrarladıkları nakarat  “toplumsal açmazdan kurtulmanın” reçetesi olarak demokrasinin işlerlik kazandırılmasıdır. Bunlara göre, -söyleyenlere göre, ama söyletenler asla böyle olmadığının çok açık bilincindeler- demokrasi öylesine bir kuş ki, bu kuşun havalanması için “istemek” yeterlidir, hele bir istenince dünyanın en gelişmiş demokrasisini… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Yeni İmajı:AB

Mizahçılara inat bir bilim adamı “savaş ve terör”ün tanımını yaparken “büyük devletlerin terörüne savaş, küçük devletlerin savaşına terör denir” diyor. Emperyalizmin ABD eliyle ve öncülüğünde yürüttüğü savaşlar 20.yüz yıl ortalarında ABD nin saldırgan yüzünü ve kullanılan yöntemleri bütün çıplaklığı ile ortaya çıkardı. Dünya halklarının gözünde ABD artık bir katil ,bir sömürgecidir.Otuz yılı aşkın süredir Vietnam’da,Kamboçya da, Laos gibi Asya ülkelerinde doğrudan, Latin Amerika ülkelerinde faşist işbirlikçileri eliyle uyguladığı vahşet ABD nin emperyalist politikalarını uygulamada “ havuç ve sopa” ikileminde “sopa”yı, yani doğrudan ve açık biçimde “zor”u araç olarak kullanmasındandır.

Tamil-Elam Kurtuluş Kaplanları Deneyimi ve Bir Kez Daha Yurtseverlik Üzerine

Geçtiğimiz on beş günün dış basın haberleri, Sri-Lanka ordusunun, Tamil-Elam Kurtuluş Kaplanları hareketini askeri olarak çökerttiği, gerillaların topluca öldürüldüğü haberlerine geniş yer verdiler. Etkinlik kurdukları bölgede adeta “ayrı devlet” konumu gücündeki ve otuz yıllık deneyime sahip bir gerilla hareketinin, Sri-Lanka ordusunun askeri gücü karşısında aldığı ağır yenilginin nedenleri hakkında bir kez daha düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Kitle dergisinin daha önceki sayılarında ısrarla vurguladığımız bir olgunun, “sosyalizm ve yurt severlik” konusunun yeniden gündeme taşınmasının nedeni, Tamil Kurtuluş Kaplanları hareketinin özelinde yeniden düşünülmesi gerektiğidir. Sri Lanka, iki ayrı etnik kökene dayalı, Tamilllerin ve Sinhallerin yaşadığı bir ülkedir. Ülke yönetiminde Sinhaller egemendir. Kaplanların çıkış… Devamı

Küresel Kapitalizmin Demokratları

10 Aralık 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin iç sayfasında “CIA skandalı Berlin’i sarstı” başlıklı haberi elbette bizim dışımızda pek çok insan okumuştur. Haber şöyle devam ediyor: “Irak’a saldırıya karşı çıkan Schröder yönetiminin bir çok konuda ABD ye destek verdiğinin ortaya çıkması şaşırtıyor.Alman hükümetinin bazı üyelerinin üzerindeki “CIA bulutları” giderek kararıyor. CIA’nin ,Irakın işgali ve terörle mücadele kapsamındaki yasadışı bir çok faaliyetinde , Almanya’nın en üst düzeyde temsilci bulundurmuş olabileceği savlarının artması, dehe da tedirgin edici boyutlar kazandı.CIA’nin sorgularına Alman ajanlarının katıldığı…” şeklinde haber sürüp gidiyor… Sözü edilen kişi , CIA’nin keçırarak beş ay sorguladığı kişi Lübnan kökenli Alman vatandaşı Halit el… Devamı

Bizim Oğlanlardan Devşirme Oğlanlara

TÜRKİYEDE KARŞI DEVRİM SÜRECİ 1980-2008 Yazının amacı, “bir şeylerin yeniden keşfi” olmayıp, somut olgulardan hareketle karşı devrimin gelişme çizgisini izlemek ve antiemperyalist-antikapitalist sınıf hareketi açısından olanlar, olması gerekenler ve olabilirlikler üzerinde tartışmaktır. Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi, karşı devrim sürecinin 1980’lerden itibaren irdelenmesi, bu tarihin bir başlangıç değil, karşı devrim açısından bir dönüm ve yapılanma sürecinin başlangıcı olduğu nedeniyledir. Karşı devrimin yapılanmasının “niçin 1980” tarihi alındığına ilişkin irdelemenin bu tarihe kadar olan gelişiminin açılımı için Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecinin kısa bir özetinin zorunlu olduğunu düşündük. Bu nedenle giriş bölümü Kuruluş süreci ile 1960 dönemini kapsayacaktır. 1950’lerde başlayan emperyalist-kapitalizme adapte olma… Devamı

Kapitalizm Nereye? “Gerçek ve Fantazi”

İki bin on bir yılının Şubat-Mart aylarında küresel krizin Avrupa’da yarattığı panik karşısında ABD zoraki “soğukkanlı” görünmeyi yeğlemesine karşın, ABD’nin de bu zoraki soğukkanlılığı ancak birkaç sürdü. Haziran ayında kredi kuruluşları ABD ekonomisinin girdiği darboğazı peş peşe açıklamaya başladılar. AB deki panik karşısında “bize bir şey olmaz” diyen AKP hükümeti ABD’nin de bir açmaz içinde olduğunu itiraf etmeye başlamasıyla “kriz geliyor” demeye başladı.

Hectordan Bu Güne: Anadoluda Direnişin Sanatı

Anadolu’nun işgaline ve halkının kıyımına giden yol Afrodit’in “aşk” oyunuyla başlamıştı. Söylenceye göre, Zeus tarafından Olympos’taki düğüne çağrılmayan haset tanrıçası Eris, güç tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Athena, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in oturduğu masaya, üzerinde “en güzeline” yazılı altın almayı bırakır. Elmayı kimin alacağı konusunda anlaşamayan tanrıçalar, hakem olarak Zeus’u gösterirlerse de Zeus, karısı ve iki kız kardeşi arasında kalmak istemediğinden, hakem olarak İda dağında çobanlık yapan Troya prensi Paris’i hakem olarak görevlendirir. Her üç tanrıça da kendisinin seçilmesi için Paris’in saflığından yararlanmak için rüşvetler teklif ederler. Hera, Paris’i Asya’nın kralı yapacaktır, Athena dünyanın en akıllı ve zeki kişisi yapacaktır…. Devamı

Sanatsal Yaratış Sürecinde Sınıfsal Tavır

Bir sanat ürününü ve bu ürünün yaratıcısı sanatçıyı anlamak, sanat ürününün yaratılış sürecini ve sanatçının bu süreçteki tavrını anlamaktır. Sanatçının toplumsal konumu ve bu  konumunu algılayışının sanatına yansıyış biçimini anlamak demektir. Bütünlüklü ve doğru değerlendirmenin ilk koşulu budur. Her sanat eseri, yaratıcısının düşünsel eyleminin maddeleşerek dış dünyaya yansıyış biçimidir. Bu eylem Puşkin, Lermantov, Nerval, Nazım Hikmet’te şiir; Balzac, Tolstoy, Floubert, Şolohov’da roman; Beethoven, Mozart, Çaykovski’de müzik; Goya ve Picasso’da resim olarak ifade biçimlerine dönüşür. Şimdi bir bütün olarak –ve kitabi tanımlar umursanmaksızın- sanat nedir? Sorusuna yanıt olarak kısaca “insan ruhunun mimarıdır” denilirse, bu tanımlamanın işaret ettiği sanatın yaratıcı öznesi olarak… Devamı

Kasım Rüzgârları

Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümünden tanıdım onu, tamı tamına otuz iki yıl sonra. Ak düşmüş, yer yer ağarmış saçlarının dışında hiç değişmemiş, koca bir otuz iki yılı devirmişti. Dalgındı, akşam saatlerinin o kalabalığında hiç kimsenin ve hiçbir şeyin farkında olmadan kaldırımın en solundan sanki yürümüyor da gezintiye çıkmış gibi kalabalıkların arasından geçip gidiyordu. Soğuk bir kasım ikindisiydi. Rüzgârın sert darbelerinden paltosunun yakasını yukarı kaldırarak korunmaya çalışıyordu. Otuz iki yıl önceki gibi yine kısacıktı saçları. Dil-Tarihin önünde göz göze geldik, bir anlık tereddütten sonra hiç konuşmadan bunca yılın özlemiyle kucaklaştık, sarıldık birbirimize. Birkaç dakika öylece kalakaldık. Gözleri buğulandı, “öldürüldüğünü duymuştum” dedi. “Görecek… Devamı

Kitle Kültürü ve Yabancılaşma Üzerine Bir Deneme

“Gergedan” adlı oyununda Eugene İonescu, sakinlerinin kaygısız ve herkesin işinde gücünde bir yaşam sürdüğü köye bir gergedanın gelişiyle köy halkının “başkalaşımını” anlatır. Burarda elbette gergedan bir simgedir, çirkinliğin, yok ediciliğin, ezip geçmenin simgesi. Gergedan köye girişinde bir kediyi ezer ve bu olaya karşı kahvede oturan köylünün tepkisini anlamaya çalışır. Köylünün “ayağa kalkan” bir tepkisi olmaz. Gergedan “ilk adımı” kazanmıştır. Kahvenin önünden geçerken yadırganır ve halk “homurdanır”, ancak, gergedanı köyden kovmak gibi bir eylem de söz konusu değildir. Hemen bir kabulleniş yoktur elbette, ancak bu çirkin yaratığın köyde elini kollunu sallaya sallaya dolaşmasına da bir tepki gösterilmez. Gergedan kahveye girer ve… Devamı

Bir Çift Güvercin Havalansa

Nereden duymuş ya da okumuştum, Will Durant mı söylemişti “Gerçeğin besleme gücü anlıktır… Hayal öyle mi ya… Öncesizlik ve sonrasızlıktır… Ezelden gelir, ebediyete gider… Gerçek cimridir, hayal cömert” diye… Yaz, uzun gündüzlerinin boğucu sıcağında, kısa gecelerinin ılık esintilerinde kişinin kendisini sorguya çektiği ve anıların yakamıza yapışıp bir türlü düşmek bilmediği bir yalnızlığın adı mıdır? Zamanın cellâdı bir başka gülümsüyor da… O yaz, bir gazetenin iç sayfalarında, kenar sütunu haberlerinde beş altı satırlık haber sende deprem etkisi yapmış, evin tavanı bir sağdan sola, bir soldan sağa gidip gelmeye başlamıştı. Sonra olduğun yere yığılıp kalmıştın. Evinizde kalan, yaşı sana göre küçük olan… Devamı

Küsmelerin Müzmin Tarihi-01-02-03-04-05

Kuşları neden severim, bilir misin?. Sesleri, rengârenk tüyleri, şu benim paçalı güvercin gibi yere çakılır gibi takla atmaları… Bunlar güzel şeyler, hoş şeyler ama benim kuşlara olan yakınlığımın asıl nedeni bu değil ki. Çocukluğumda bir avlu dolusu güvercinim vardı, anamdan az kötek yemedim işten güçten kaytarıp güvercinlerimle uğraştığım için. Onları barındıracak bir kümes bile yoktu da çalı çırpıdan damın içinde bir bölme yapmıştım anamdan gizli gizli. Gündüz gökyüzünde, akşam olunca buraya tünerlerdi. Sabah malın maşatın çekilmesini, anamın babamın tarlaya bağa gitmesini, ortalığın sakinleşmesini dört gözle beklerdim. Ortalık sakinleşsin ki meydan bana kalsın.

Mayısta… Mutlaka

O uzun yolculuğa başladığın şehrin çıkışında, aracı süren arkadaşını terslercesine “ kapat be şu radyoyu… Arabesk, arabesk” diye söylendiğinde, sürücü arkadaşın alaylı bir tavırla “tamam tamam” deyip radyoyu kapatmış, içinden geçeni okurcasına kasete Ruhi Su’nun Zeybeklerini sürmüştü. Sen arka koltuktadaydın… Ruhi Su türküsüne “ Şeytana inanır mısınız?… Yarenimizdir derler” girizgâhıyla başladığında, yüzünde acıyla karışık bir gülümseme belirmişti, fark ettim. Sürücü arkadaş “al işte” der gibi seninle dalga geçecekti, elimle “ sus” işareti yaptım. Elini çene koyup gözlerin kapalı dinliyordun… Türkü bittiğinde CD yi tekrar başa alıyorum, yeniden yeniden aynı türkü söylüyor… Hiç tepki vermiyorsun… “Şeytana inanır mısınız?… Yarenimizdir derler”… Şeytana… Devamı

Endişe

Yok, yok… Rahmetli anam yine haklı çıktı. Ben adam olmam… Nerede melanet bir olay, nerede “üstüme vazife olmayan”, sinirlerimi alt üst edecek bir şey varsa onu iğnenin deliğinden çıkarır, arar bulurum… Onlar beni bulmaz, ben onları bulurum… Görmek istemediğim bir şeyi görür rahatsız olurum, duymak istemediğim bir şeyi duyar kurdeşen olurum… İçime bir kurt düşer, tırmalar da tırmalar… Ne dur durak bilir, ne gecesi vardır, ne gündüzü… Doymak bilmez bir iştahla kemirir durur içimi… Yağmura yaşa, soğuğa kara, geceye gündüze aldırmadan bir o caddeye vururum kendimi bir bu sokağa…

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/07

“Sistem AKP’yi iktidara taşırken eline iki kart vermiştir. Birincisi; ılımlı İslam kartı, ikincisi etnik kart. AKP ilk elde birinci kartın gereklerini yerine getirmiş, toplumsal yaşamı ılımlı İslam’a endeksli olarak dinselleştirmiştir. Şimdi sıra Kürt kartındadır. Bu iki kart AKP’ye Büyük orta Doğu projesinin Türkiye ayağını düzenlemek için iktidar kartı olarak verilmiştir. Bu nedenle biz gelinen noktanın “Kürt sorunu”nu çözmeyle ilişkisi olduğunu düşünenlerden değiliz. Kürt sorunu Emek-Sermaye çelişkisinin yoğunlaştığı bir alandır ve çözümü de Emek-Sermaye çelişkisinin çözümünün içindedir.” Yukarıdaki alıntı, bu başlık altında Kitle dergisinin Mayıs 2013 sayısında yayımlanan yazının bitiş paragrafıdır. Henüz sözüm ona “Kürt sorununun çözümü” konusunda “ılımlı islamın” iktidar… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/06

Öncelikle bu başlık altında yayımlanan yazının beş bölümünün içeriğine, soruna yaklaşım biçimimize ilişkin düşünce ve yaklaşımlarını ciddiye aldığımız arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan gelen eleştirilere kısaca değinmek istiyoruz. Yönetilen eleştirilerin başlıcası yazının başlığı olan “ yeni sömürgeciliğin değişkenleriyle” ilintilidir. İleri sürülen itiraz şu: “Kapitalizm emek sömürüsü üzerine kurulmuştur. İki yüz yıldan bu yana da böyle sürmekte olup, yok olup gidene kadar da böyle devam edecektir. Emek sömürüsünün ortadan kalkmasıyla da zaten kapitalizmin kendisi ortadan kalkacaktır.” İleri sürülenler doğru ve itiraz kabul etmez. Doğru, ancak eksik bir yaklaşım. Eksiklik, bizi cevap vermeye zorlayacak kadar da bağışlanmaz bir yanlışı beraberinde getirmiştir.  Yaklaşımı tamamlayan ikin unsurun,… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/05

Bu başlık altındaki yazımızın dördüncü bölümünde, Serbest rekabetçi kapitalizmin Emperyalist kapitalizme evirilmesiyle birlikte Emperyalist/Kapitalizmin sömürgecilik ilişkilerinin tek tek kapitalistlerin parlak fikirleri, öznel niyetleri olmayıp, sermayenin yoğunlaşmasının ve yoğunlaşan sermayenin kendisine yeni mecralar aramasının bir sonucu olduğu üzerinde durulmuştu. Kapitalizmin İşleyişin özelliklerine yakından bakıldığında bu döneme ilişkin sömürgecilik ilişkilerinin feodal dönemin açık fetih ilişkilerinden farklı şeyler olduğu sonucu hemen ortaya çıkmaktadır. Bu farklılığın ilk elde göze çarpan yanı sömürünün sürdürülüş biçimindeki değişikliktir. Sömürge ülkeler emperyalistler arasında yeni pazarlar elde etme ve mevcudu koruma açısından kıyasıya bir rekabet unsurudur ve her emperyalist ülke kendi askeri gücüyle egemenliği altındaki sömürge ülkelerde sömürüyü disipline… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/03

Orta Doğuda ve Kuzey Afrika’da BOP projesini gerçekleştirecek iktidarların biçimlenmesinde esas faktör iktidarın ılımlı İslam üzerine inşasıdır. Bu faktörün iktidara taşınmasında öncelikle bu ülkelerdeki iktidar sahipleri kim olursa olsun zahiridir ve esas iktidar olan emperyalizmdir. Emperyalist batılı merkezlerin bir yandan İran’daki “ Şer’i İslami rejime” tahammülsüzlükleri ortadayken Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika ve Kafkasya’da “ılımlı İslami” referans alan iktidarları işbaşına getirmeleri ve bu bölgede bu referanslı iktidarları etkin kılmayı temel politik ve siyasi amaç olarak belirlemelerinin nedeni nedir? Kapitalizmin ekonomik ve politik bir erk/güç olarak ortaya çıkması kapitalizme karşı işçi sınıfının sosyalizm talebini de beraberinde getirdi. İki sınıf arsındaki mücadele… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/02

Küresel kapitalizmin dinsel referansları esas alan AKP’yi niçin iktidar yapıp desteklediği ve bu yazının birinci bölümünde sözü edilen AKP iktidarının, yasama ve yürütme üzerinden sistemin temel güçlerini -ama asla yapısını değil- tasfiye ve yeniden yapılandırılmasının, Yargı üzerinden Ergenekon, balyoz gibi davaların açılması/açtırılması gibi sindirme, 12 Eylülcülere soruşturma açtırılması gibi sol dinamik güçleri oyalama ve yanına çekme yoluna gitmesine ilişkin tavrının anlaşılması açısından aşağıdaki giriş açıklamasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Soruna sınıf ilişki ve çelişkilerini öteleyerek, yok sayarak yaklaşmak, magazinsel ve görünen olana teslim olmak demektir. Bunun bir başka ve dolaysız anlatımı, burjuva gericiliğinin desteklenmesi, “ilerici, demokrat” olma adına iktidara koşulsuz destek… Devamı

Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/01

Güncel durum açısından AKP kanadının ve hiç de onun paralelinden uzağa düşmeyen sağlı-sollu siyasal görüşler açısından yansıtılan kapitalizm açısından “olması gerekenler” yoğun bombardıman altında kitlelerin bilinçaltına yerleştirilmekte ve sistemin politik siyasasına kitlesel destek sağlanmaktadır. Güncele ilişkin analizlerin sol ağızlardan/kalemlerden, “soldan” yapılması da pek bir şeyi değiştirmiyor. Egemen kılınan görüş kapitalist sistemin değirmenine su taşıyor. Olanlar seyirlik bir oyun gibi izlenmekte, değerlendirmelerde sahnede görünen oyun ve oyuncuların rol kabiliyetleri esas alınmaktadır. Emperyalist Burjuvazinin tam da istediği budur. Nesnel olanın yerine öznel değerler konulmakta, değerlendirmeler bunun üzerine inşa edilmektedir. Egemen sesin kalabalığına koro olarak katılmanın adı da “soldan yaklaşım” ya da muhalif… Devamı

Uzaklar

“Bazen yüreğinde taşıdığın uzaktaki, yanında taşıdığından daha yakındır”. Bu cümleyi okuyunca ben de birçoklarınız gibi sözün sahibi bir edebi otorite aradım durdum. Ne bileyim şöyle ünü yeryüzünü tutmuş bir şair, Nobelli bir yazar, bir bilge, feylesof diye düşündüm. Bir arkadaşım Hintli bir derviş dedi, diğeri bildiğinden o kadar emin bir Budist rahip olduğunu söyledi. Bu arkadaşım bu sözün sahibini bu kadar emin bildiğine göre bize de inanmak düşerdi elbet. Tarih kadar geriye, ütopya kadar ileriye gidecek bir yeteneğimin olmadığının farkındayım. Her şey tesadüfen oldu. “No pasaran” ve “ Venceremos” u bir araya getirmeye çalışıyorum. “Faşizme geçit yok” ve “yeneceğiz”. Tarih… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-05

Karşı devrim, sistemin yeniden organizasyonu sağlarken, devrimci güçlere karşı salt “gerici zor”un maddi ve manevi unsurlarını sürekli ve aralıksız uygulayarak, pasifikasyonun toplumsal tabanını genişletmekle kalmayıp, aynı zamanda toplumun kültürel, siyasal ve psikolojik-moral değerlerinin de yeniden üretilmesini ve sisteme entegrasyonunun sağlanmasını, sistemin geleceği açısından zorunlu görür. Hele ki, sınıf çatışmasının toplumsal çatışmaya dönüşmesinin karşı devrimin yengisiyle sonuçlanması durumunda, ilerici toplumsal değerlerin yerine, sistemle bütünleşmiş değerlerin yeniden üretilip biçimlendirilmesi karşı devrim açısından daha bir kaçınılmazlık oluşturur. Bu yeniden üretimin çapı ve süresi karşı devrimin dünya ve ülke devrimci hareketlerinden edindiği deney ve tecrübenin, ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmelerin, devrimci sınıfın örgütlülük durumunun… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-04

Sosyalist hareketin tarihinde yenilgi sonrası dönemler, bir çeşit işin kolayına kaçanların başvurduğu, devrimcilerin ve devrimci eylemlerin “suçlanmasının” tarihi olagelmiştir. Devrimci mücadelenin yükseliş dönemlerinde hangi tesadüflerin sonucu olduğu kestirilmeyen bir nedenle devrimci hareket saflarında yer alan, sınıf mücadelesinin karmaşık ve girift süreçlerinden habersiz küçük burjuva unsurların bu dönemde başlıca iki davranış biçimine tanık olunmuştur: Ya nedamet getirmişler ve sistemin yavuz hırsızları rolünü üstlenerek “kraldan çok kralcı” kesilerek sisteme övgüler yağdırmışlar, ya da “geçmişin mirasını ikiyüzlüce” çıkarlarına tahvil ederek sömürü alanı olarak kullanmışlardır. Bize kalırsa birinci türleri ikincilere göre daha makul saymak gerekir. İkinci türler, yenilgi sonrası devrimci hareketin içinde adeta “safralaşırlar”… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-03

Her sınıf tarihte kendi misyonuyla yer alır, tarihi sürece müdahale eder, süreci şekillendirir. Tarihten birazcık haberdar olan hiç kimse bir sınıfın kendi özgünlüğünü, sınıfsal yapısını, çıkarlarını, iktidarı sürdürüş biçimini diğer bir sınıf lehine terk etmesini bekleyemez. Toplumsal sürecin o aşamasında tarih sahnesine çıkan sınıf bütün toplumsal yaşamı kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda şekillendirir, örgütler ve iktidar yapısını bunun üzerine kurar. İktidarını niçin “ diğer bir sınıf lehine terk etmedi, ya da diğer sınıfın iktidar olma mücadelesine hoşgörülü olmadı” diye yakınmak devrimcilerin düşünce yapısı olamaz. Devrimciler, tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi olarak algılar ve kavrarlar. Bu nedenle bizim açımızdan her sınıfın kendisi için… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-02

İktidardaki AKP hükümeti 12 Eylül Anayasasının Anti-Demokratik hükümlerini kaldırarak-sanki 12 Eylül anayasasının demokratik hükümleri de varmış gibi- daha çağdaş bir anayasa yapacağı demagojisi ile değiştirmeyi düşündüğü hükümleri 12 Eylül 2010 yılında Referanduma sundu ve yüzde elli sekiz bir çoğunlukla kitle desteği sağladı. Sorgulanması gereken paradoks devrimciler açısından ideolojik, emekçi sınıf açısından zihinsel bulanıklığın nedenleri ve bir kez daha “ ne yapmalı?”nın gereği üzerine düşünülmesidir. AKP’nin değiştirmeyi vaat ettiği 12 Eylül Anayasasına uzanan sürecin irdelenmesi, karşı-devrimci, gerici saptırmanın boyutlarının ve derinliğinin anlaşılması açısından kaçınılmazdır. Bilindiği gibi 12 Eylül Anayasası, faşist darbenin toplumsal yaşamı ekonomik, politik, siyasal, kültürel ve diğer yönlerden uzun… Devamı

Devrimci Sınıf Hareketinin Güncel Sorunları-01

Türkiye devrimci hareketinin bugün içinde bulunduğu durum kuşkusuz dünya devrimci sınıf hareketinin içinde bulunduğu durumun bir özeti, bir yansımasıdır. Genel görünüm, yaşam alanları elinden alınmış, çaresiz, dahası sindirilmiş ve ürkütülmüş devasa bir kütlenin, muazzam yığınların burjuvaziye teslim olmuşluğudur. Sınıf hareketinin sorunlarına samimiyetle çözüm arayışında olanların karşı çıkacakları bir tespitten söz etmiyoruz, tersine sorunu doğru ortaya koymadan doğru çözüme ulaşılamayacağından söz ediyoruz. Sorunu atlayarak, ayakları yere basmayan, tek dertleri bu boşluktan yararlanarak sınıf hareketi arenasında sirk cambazlığı yaparak kendilerini “fark ettirmek” olan “ucuz şöhretlere” elbette sözümüz olmayacak. Seslendiğimiz hedef kitle, sınıf mücadelesinin sorunlarını ciddiye alan, dert edinen ve çözüm uğraşısında olan… Devamı

Ay Doğarken Şavkı Vurur Ovaya

Çocukluğumun geçtiği köyde, baharın yaza evirildiği mevsimlerde, gündüzlerin kararmaya durduğu akşamüstlerinde, malın-maşatın sığırdan eve döndüğü, davar sürülerinin boynundaki çanların armonik sesler çıkararak salkım salkım ovaya indiği saatlerde, köy halkı da irili ufaklı tarladan, bağdan-bahçeden eve dönmüş olurdu. Yaşamın kendiliğinden oluşturduğu iş bölümü ile büyük-küçük, çoluk çocuk, kadın kızan, yürümeye yeni başlamış çocuklar dâhil, bütün ev halkı üzerlerine düşen işi bilir, sessiz sedasız herkes kendi işini yapardı. Kimi sürüyü sağmaya koşar, kimi sığırdan dönmüş ineği danayı ahıra yerleştirir, kimi yemek, kimi temizlik işiyle uğraşırdı. Köyde bulunan tek radyonun sahibi ve köyün ileri gelenlerinden Ahmet amcanın, akşamın alaca karanlığında bastonuna dayanarak köyü… Devamı

Dün’de donup kalmak – ASEV: “DEVRİMİN KAMASI”

“Hayat dünü yaşadı ve bu güne aktı, gün bu gün. Bu gün de bitecektir, yarın ise yeni bir gün. Şimdi yürüyoruz, ileriye… İleri bir noktaya, bir hedefe… Attığımız her adımda sorunlarıyla, anılarıyla bir şeyler geride kalıyor. Sen dün’de donup kalıyorsun”. “Evet, öyle olmasına öyle de, yine de insan, geçmişte yaşananın yarın da yaşanabileceği endişesinden bir türlü kendini kurtaramıyor, takılıp kalmam ondan”. “Mesele ne” der gibi gözüne bakıyor. Rüzgârın sert vuruşlarına, çiselemeye başlayan yağmura aldırmadan açık hava çay bahçesinde sigaralar tazelenip çaylar söyleniyor. “Kurgu-Bilim avantürleri ne okumaya, ne de seyretmeye pek yatkın olmadığımı bilirim bilmesine de, bazen elinizde olmayan nedenlerle ve… Devamı

2011 Haziran Seçimleri

Burjuva demokratik düzenlerde genel seçimler, kitlelerin iradelerinin ya doğrudan ya da “inceltilmiş” biçimlerde, ileri sürdüğü ve seçtirdiği “seçilmişler” aracılığı ile burjuvazinin kendi meşruiyetini sağlamaya yönelik bir eylemidir. Bunun için ya doğrudan ve açıkça sistemin gönüllü sürdürücüsü partiler bu niteliğe uygun adaylarla, ya da esas olarak sistemle ilgili bir sorunu olmamakla beraber sistemin vahşi ve “çuvala sığmayan” karakteri karşısında mırın kırın etmeyi, mızrağın ucunu törpülemeyi, “muhaliflik” “düzen değişikliği” olarak kitlelere sunan parti ve adaylarla kitlelerin karşısına dikilir. Aslında her ikiz durumda da sistem kendi meşruiyetini onaylattırmaktadır. Evet ama oyun burjuva demokrasisi ya da burjuva demokratik kırıntıları içinde konulan kurallar çerçevesinde oynanırsa… Devamı

Ortadoğu Devrimci Çemberi

1970 li yılların ortalarında THKP/C kökenli bir grubun, Filistin’in İsrail-ABD işgaline karşı direnişinden etkilenerek, bu direnişin bütün Ortadoğu Halklarınca bu coğrafyaya yayılacağını, ABD işbirlikçisi Arap yönetimlerinin birer birer yıkılacağını tespitle Ortadoğu’da Antiemperyalist bir halk hareketinin beklentisi içine girmelerini yukarıdaki başlık şeklinde formüle etmelerinin üzerinden kırk yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu’da Arap yönetimleri/ ABD ittifakı yeni şekil ve boyutlarıyla işbirliğini daha geniş alana yaymakla kalmayıp, etkisi altında kalınan Filistin Halk hareketi de “sol” ağırlıklı kitlesel özelliğinden uzaklaştırılarak İslami bir yapıya büründürüldü. Uzun ve çetin mücadelelerin ürünü olan Filistinli sol hareketler bizzat Arap/ABD yönetimlerince adeta tasfiye edilerek, Hamas gibi İslamcı bir… Devamı

İtin biri

“ Bu köpeği bu alanda görmek, birisinin anama sövmesi gibi bir şey. Kendimi nasıl da çaresiz hissediyorum, sanki bütün atmosfer üstüme kapandı. Sanki ben bunu burada göreyim diye birisi kasıtlı olarak gönderdi miting alanına”… Hava serin olmasına karşın alnında boncuk boncuk biriken terler yüzüne aşağı akmaya başlamıştı. Miting alanının dışına taşırken, elimden kaçabileceği endişesiyle belinden sımsıkı kucakladım, mümkün olan çabuklukta alanın dışına çıkarıp bir şişe su ile yüzünü yıkattım… Kastettiği kişiyi ve neyi kastettiğini biliyorum… Oralı olmadım. Kendini toparladı…  “Hayrola, ne bu halin?”… “Görmedin mi kahpe kasığından çıkanı” “Kim” dedim, “kimi görmedim mi”? Ters ters yüzüme baktı. “Baksana orada işte”… Devamı

Sol Majör

“Seni özledim” dedi, “ Nerdesin”?. Filanca şehirdeyim dedim. Burada olduğunu biliyorum dedi, ben de bu şehirdeyim. “Nerdesin peki”!.. Bulunduğu yeri tarif etti, meşgul olup olmadığımı sordu. “Bırak lan işi dedim, hemen geliyorum nerdeysen, bekle”… Telefonla konuşmuştuk, söz dedi o olayı anlatacağım sana. Karşılaştığımızda ilk sözü “ söz verdim, geldim” oldu. Aynı süreci paralel fakat farklı kulvarlarda yaşamıştık… Sevgili arkadaşımın saçlarında aklar da olmasa zamanı önüne katmış kovalamış dersiniz… Hoş beş, kim nerde, nelerle meşgulsün, çoluk-çocuk… Bir kızı varmış, eşiyle cezaevi sonrası ayrılmış… Nedenini niçini sormadım… Bizim kuşağın yazgısı… Ne garip dedi, anlatacağım olayın yaşandığı ay da bu aydı… Lan oğlum… Devamı

Yazarını Vurduran Yazılar

Babeuf’u tanır mısınız?. Gracchus Babeuf… Hani şu Fransız burjuva ihtilali günlerinde, burjuvazinin kendi iktidarını sağlama almaya çalıştığı fırtınalı günlerde ortaya çıkan, burjuvaziden yana esen rüzgâra karşı işeyen adamı… Biliyor musunuz, Babeuf önceleri burjuva iktidarının saldırganlığını örtbas etmede bir hayli deney ve tecrübe sahibi, burjuva iktidarın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik üzerine kurulacağı yalanına kitleleri de inandıran, Jirondenlerden daha saldırgan olan Jakobenlerin yanında yer alır. Jakobenlerin sözcüsü Robespiyere inanır ve bir süre onunla birlikte hareket eder… Burjuva iktidarının geniş kitlelere, özellikle Fransanın en yoksul kesimini oluşturan sansculotts’lara -yoksulluklarının derecesini vurgulamak açısından kullanılan bir sıfat, çıplak ayaklılar, ya da donsuzlar anlamında kullanılıyor- eşitlik… Devamı

“O” nun Hikayesi

“Nereden takıldım dedi” o şiirin dizelerine durup dururken, bir açıklaması yok. Bu dizelerin ve çağrıştırdıklarının, yanından yöresinden geçmeyen, ilgisiz ilişkisiz bir yığın sorunu kafamda döndürüp dolaştırırken, nefesimi kesen o dik yokuşta soluk soluğa kaldığım o an dilimin ucunda bitiverdi… Usul usul şiirin dizelerini mırıldandı. “Ey unutuş! Belleğin aynasındasın yine Unutulmuş muydu sahi, unuttum dediklerin Anıların duldasında yaşlanan atlılar gibisin Kuzguni siyah gülümsüyorsun tadı buruk hayata…”  Epeydir görüşmediğim ve özlediğim bir arkadaşımdı ve bütün kaygılardan uzak ve günlük koşuşturmaları bir yana bırakarak eski iki arkadaş özlem giderecektik. Önceden kararlaştırdığımız buluşma yerine geldiğinde o yine tedirgin ve endişeliydi. “Ulan dedim bozgun yemiş… Devamı

Manzara-i Umumiye

İki bin Yirmi İki yılının Mayıs ayının yirmi ikinci gününü yirmi üçüncü gününe bağlayan gecenin saat dördü. Uykumu dağıtmak için birkaç kez yüzümü yıkadım, pencereyi açıp, başımı iyice dışarıya çıkararak bir baştan diğerine caddeyi izliyorum. Fırtınayla birlikte yağmurlu bir hava var, hafiften çiseliyor. Arada bir geçen araçların motor gürültüleri rüzgârın sesini kesiyor, araç uzaklaşınca rüzgârın yine acı tiz bir sesle çıkardığı ses yankı yapıp kulaklarımda çınlıyor. Yüzümü pencereden iyice uzattım, ışıklı panoların renklerine bürünen yağmur damlaları dalgalar halinde hücum ediyor. Gökyüzünde küme küme yıldızlar… Ay, büyümeye başlıyor. Ne üşüdüğümün farkındayım, ne gecenin. Günün telaşlı ve gergin koşuşturmasının ardından yağmur ve… Devamı

Haysiyet Cellâtları

Rüzgârlı bir ilkyaz ikindisi… Etrafı ısıtmaya çalışan yeni doğmuş bebek yüzlü güneşin sevimliliğine aldırmaksızın, rüzgâr iğne ucu gibi sivri dişlerini yüzüme batırırken, bir yandan uzun kış boyunca görüntüsünü özlediğim güneşin göz alıcı ışınlarını izlemek, diğer yandan bir an önce kuytu bir yere kendimi atıp yapışkan soğuğun sivri dişlerinden kurtarmak ikilemiyle açmaza düşüyorum… Güneşin yüzüme düşen ışınları altında kim bilir neyi,  neleri hayal ederek upuzun caddeyi yürüme isteğim, iliklerime işleyen soğuğun aman vermezliğine yenik düşüyor ve kendimi açık penceresinden sigara dumanlarının hücum ettiği bir mahalle kahvesinin köşesine atıyorum. Bıçkın,  onbeşlik, kıvırcık saçlı esmer garsonun özgün şivesiyle ve sözcükleri yayarak ” abeme… Devamı

Hapisanenizi nasıl istersiniz?

Sol siyasi hükümlü veya tutuklu olarak, bir zaman diliminde bilmem ne tipi herhangi bir cezaevinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalanların yaşayarak, cezaevi dışındakilerin de görerek, duyarak tanık oldukları gerçek, adli tutuklu veya hükümlülerle kıyaslandığında, cezaevi yönetimlerinin zora dayalı aygıt ve araçlarının devrimci tutsaklara yönelik, onların inanç, yaşam ve davranışlarını kontrol etme amaçlı kullanıldığıdır.  Cezaevlerinde adli tutsakların gerek bilinç faktörü nedeniyle, gerekse bireysel/örgütsüz yaşamları, cezaevi zor aygıtlarına karşı bunlardan gelebilecek tepkilerin rahatlıkla bastırılabilindiği gerek ülkemizdeki gerekse kapitalist dünyanın çeşitli ülkelerindeki cezaevlerinin tipik görünümüdür. Konu yeni değil. Özellikle F tipi cezaevlerine karşı kampanyaların hız kazandığı dönemlerde, F tipi cezaevlerine karşı kampanyayı gerek örgütleyen,… Devamı

Utanç

Tepeden tırnağa edebi, sanatsal kaygı dışında başkaca hiçbir anlam ve amaç taşımayan bir yazı yazmak, şöyle “yazma” eylemine benceğiz gibi kıyısından köşesinden bulaşmış birinin hep hayal ettiği, ne çare  vuslatın hep bir başka bahara kaldığı, bir türlü ulaşılamayan, fani ömrünü  uzaktaki sevgiliye ram eden biçarelerin düşü olagelmiştir. Kaç kezdir düşünmüşümdür, Volter’in ” yazmak, kötü yola düşmektir” demesinin içeriği bu mudur diye. Yazacağınız yazının çatısını, içeriğini günler öncesinden kurgulamışsınızdır, sıcak, buram buram hayat kokan, canlı cansız bütün varlıkların kendilerini  kocaman bir gövdenin parçaları olarak kabul ettiği, gövdenin bir parçasının acısının bütün gövdenin acısı, sevincinin bütün gövdenin sevinci olduğu, bütün gezegenlerin kardeş… Devamı

Rosenbergler

” Sahi niçin bu kadar güzelsiniz” Lavosier’i iyice öğrenin demişti kimya öğretmenim Hikmet Bey. Katlı oranlar kanunu da önemli. Toplumsallaşmanın ve insanlaşmanın yasalarına önemli katkılardır, Ethel Ve Julius Rosenberg’e ulaşacaksınız. Ethel ve Julius Rosenberg!… “Hocam demiştim” ÖYS de bundan da soru çıkacak mı? Hayır demişti, tersine bunlar size unutturulmaya çalışılacak. Ethel ve Julius Rosenberg!… Bir kasaba lisesinin kültürel olanakları, birikimleri, içinde bu isimleri arıyorum. Edebiyat öğretmenimiz ” kim o be” dedi. Sosyal Bilgiler öğretmenimiz bu isimleri duymadığını söyledi. Psikoloji öğretmenimiz her şeyi bilirdi, ” Avrupa gol kralları, x takımında oynuyorlar”. Kütüphane memuru ” o yok, istersen safahat oku” dedi. Safahatı… Devamı

Tükeniş yeni bir başlangıç mıdır?

Bahar, çelişkili duygular yumağı gibi avuçları içine alıyor insanı. Açmazdayım.  Kendimi, çıkışı olmayan örümcek ağının içinde hissediyorum. Örümceğin zehrine karşı korumaya alıyorum vücudumu, ellerimle yüzümü kapatıyorum. Bütün vücudum yüzümden ibaret, sanki diğer parçalar bana ait değil, ya da sanki yüzümü koruyabilirsem bedenimin diğer uzuvlarını da korumuş olurum diye düşünüyorum. Daracık alanda çırpınıp duruyorum. Belli belirsiz cisimlerin flu görüntülerinden cesaret almaya çalışıyorum ne ve kim olduklarını bilmeksizin. Siluetler yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyor, bana yansıyan görüntüleri korkunç. Rahatlık ve kaygısızlıktan öte, bu halden  “memnun oluşlarından” şaşkınlığım gittikçe artıyor. Ürpererek yarım yüzlerine dokunuyorum. Her dokunuşta yüzlerinin bir kısmı yok oluyor… Önce küçük bir parçası… Devamı

Latin Amerika: “Kış Ortasında Bahar”

(Latin Amerika’yı anlatan sözün başı olmadı, görülen o ki sonu da olmayacak, ye da şimdilik. Western filmlerinin “kötü adamları ” kötü adamlıklarına devam ediyorlar!… “Kadır-i mutlak beyazları” ve yerli ortaklarını tedirgin eden ” kötü adamlar”, kendi ülkelerinin efendileri olmayı kafalarına koymuşlar bir kez!… “Beyazlar ve yerli şerifler” uykusuz geceler geçiriyorlar, tedirginler… Fazla söze gerek yok: Simon Bolivar’ın asi torunları, yankeelerin yüzyıllardır kan ve ateşe boğdukları ülkelerinde asiliklerine devam ediyorlar,kış ortasında baharı davet ediyorlar ülkelerine!…) Amerika ,15. yüzyılda keşfedildi diyorlardı,büyük kaşif(!) Ameriko Vesbuçi tarafından. Daha sonraları, aynı güçlerin yandaşları tarafından da kabul gören gerçek, Amerikanın uygarlığın beşiği olduğu gerçeğiydi. Bu topraklarda… Devamı

Meşeler Gövermiş, Varsın Göversin

Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden çekip gittiğim meçhulde, sütbeyaz gecenin içinden Troya harabelerini izliyorum. Şubatın arka penceresi çirkin bir yüzün gölgesi gibi düşüyor ovaya, ön penceresi pervazlarını çatırdatarak açılıyor Martın vuruşlarına. İlkyazın her saldırısı, kışın burçlarında gedikler açıyor… Sadağından çıkardığı okunu gergin yayına takan bir savaşçı kışın kalbini hedef alırken, ok, sarışın, mavi gözlü bir kız çocuğuna dönüşüveriyor. Kökleri taze toprak kokan elindeki bir demet çiğdemi savaşçıya uzatıyor çocuk… ” Düşman sinsi ve kurnazdır, okunu fırlat” diyor bir bilge. Dehşete düşüyorum, bilgeyi kınıyorum, ” kız ölümün aracı olmamalı, kimseyi öldürmemeli”… Kız, dünyanın en güzel gülücüğü ile gülümsüyor, alnının ortasına kondurduğu… Devamı

Haz Sıcağı

Güz geldi ya, ansızın bastırıveriyor akşam. Gökyüzünde bir telaş, bir telaş. Birbirinin üstüne ağarken bulutlar, dörtnala kalkan uzun atların şeklini alıyorlar. Gri ve kurşun rengi atlar ufkun tan kızıltısında kayboluyor. Yeniden ortaya çıktıklarında bacakları kafalarının üzerinde, gökyüzünün yıldızlı cisimleri gibi ıpıl ıpıl ışıldayan yeleleri, Orta doğudan Kafkaslara uzanıp, Ümit Burnunu teğet geçerek Cebelitarık üzerinden Haliç sularına bırakıp ışıklarını ufkun sonsuzluğuna koşarken kocaman yarım çemberler çizerek, toynaklarından nefes alıp vermeye başlıyorlar. Kübist bir ressamın hayal gücüyle dağılıp, yeniden toplanıyorlar, yitip yeniden ortaya çıkıyorlar. Hız, hız, hız… Çelik bir yay gibi gergin bacaklarıyla kıtalardan okyanuslara, dağlardan ovalara inip çıkıyorlar. Damlalarını toprağa bırakmaya başlayan… Devamı

Hançerinde Fesleğen Büyüten Bedevi

Aynı fotoğrafın karesindesiniz, aynı çizginin izdüşümünde. Rüzgar Parisin banliyölerinden İstanbula mı esiyor, İstanbulun gecekondularını çapraz yalayıp geçen ay , Parisin işçi mahallelerine mi düşüyor? Fotoğraflar ne çok karışıyor birbirine, İstanbul neresi, Paris hangisi… Haber bültenlerinde, siz Paris’te yaşayan yetmiş iki millete uygun bulunan sıfatlar, bizim buralarda yaşayan yetmiş iki millete layık görülen sıfatlarla nasıl da birebir çakışıyor. Size uygun görülen bütün sıfatlar bizi tanımlıyor, bize layık görülenler çokça sizsiniz. İyi yetişmiş, iyi eğitilmiş –yani dalkavuklukta- avcılar hedefi tam on ikiden vuruyorlar.. Kalemleri sivri, kılıçları keskin… Pariste, küllenmiş ateşinizin üstündeki külü silkelemeye başlamanızla birlikte, takım taklavat hücum borularını çalmaya başladı… Çapulcular!… Evet,… Devamı

İnsanın ve İsyanın Yüzü

N.G. ÇERNİŞEVSKİ “Ben onları pek o kadar yükseğe çıkarmış değilim, belki de siz çok alçaklarda bulunuyorsunuz” Dünya edebiyat ve sanat tarihinde klasikleşmiş Rus edebiyatının devleri Gogol, Dostoyevski, Turgenyev gibi yazarlar, arkasına aristokrasinin desteğini alarak yazmak bir yana, Petropavlovsk zindanlarında “Nasıl Yapmalı?” Romanının baskısının –çarlığın bütün sansürüne rağmen-gün ışığına ve okura ulaşmasıyla, romanın gördüğü ilgi üzerine öfkeye kapılacaklar ve şaşkınlığa uğrayacaklardır. Bir çeşit yukardan bakan ve şimdiye değin yazın dünyasında kökleşmiş sanat anlayışını alaşağı eden Çernişevskiye veryansın edenlere Çernişevski yukarıda alıntıladığımız mizahi cevabı verecektir.  

Küresel Kapitalizm Koşullarında Faşizm Üzerine Bir Deneme/04

Klasik faşizmin sınıfsal temelini tekelci burjuvazi oluştururken, ideolojik temelini gericilik ve şovenizmin , kitlesel temelini ise sınıf bilinçsiz yığınların oluşturduğu , yönteminin şiddet demogoji ve yalan, hedef amacın ise tek tek kapitalist devlet kökenli tekelci sermayenin , (Almanya ve İtalya örneği ) diğer emperyalist-kapitalist devletlerle ortaya çıkan Pazar anlaşmazlığında  ve diğerlerinin aleyhine dünya pazarlarına sahip olmak ,ulusal ve sınıfsal sömürüyü yoğunlaştırmak olduğu bilinmektedir. Klasik  faşizmin uygulama ve ihtiyaç alanları, ortaya çıktığı ülkede  sermayenin  yoğunlaşma derecesiyle sahip olunan pazar payının ters orantılı olmasına göre şekillenmiştir. Örneğin birinci paylaşım savaşının başlatıcısı ve yenik tarafı olan Almanya , Savaş sonrası Alman sermayesinin yoğunlaşmasıyla… Devamı

Küfrün Güzelleştiği Kentler

2002 yılının başlarında ( Şubat ayında ),adına “ Dünya ekonomik forumu “ denilen, küresel sermayenin temsilcileri New York’ta toplanırken, kürselleşme karşıtları da Brezilyanın Porto Alegre kentinde karşıt gösteriler için bir araya geldiler. Ya sermaye küreselleşecek insan ve emek hiçleşecek, ya da kapitalizmin egemenliği bitirilecek, insan ve emek özgülüğünü kazanmış olacak. Yerküre, kapitalist-emperyalizmle, emeğin, amansız ve bütün cephelerde aynı ayna anda patlak verecek uzlaşmaz kavgasına hazırlıyor kendini. Kim kazanacak? Emperyalist kapitalizm donanımlı ve örgütlü, hiç olmazsa şimdiki durumun görüntüsü bu. Emek güçleri, tarihin bu evresine kadar edindiği birikim ve deneyle, karşı cephede gedik açabilecek güçte vuruşu kotarabilecek mi? Sakın Avrupa’nın üzerinde… Devamı

Kapitalizm ve Yurtseverlik

Son onbeş yirmi  yıldır burjuva ideolojisinin sistemli saldırıları sonucu unutturulan, içi boşaltılan, ya da amacı aşan anlamlar yüklenerek yozlaştırılan bir kavram olan yurtseverliğin , kapitalizmin küresel boyut kazandığı günümüzde  içeriğinin doğru tanımlanması , yeni açılımlarının yapılması ve doğru kavranılması konusunda çaba sarf edilmesi Marksistlerin  görevidir. 1- REKABETÇİ KAPİTALİZM DÖNEMİNDE ULUSÇULUK: Bilindiği gibi sınıfsal ayrışma en net biçimiyle tarih sahnesine kapitalizmle birlikte çıkarken , burjuvazi sınıfsal çıkarları doğrultusunda değer yargılarını da oluşturmaya başlayacaktır. Burjuvazinin, feodalizmi alt ederken işçi sınıfını ve diğer emekçi güçleri feodalizme karşı “cephesel güç” olarak kullanırken , yeni sistemin ekonomik , politik , kültürel ve siyasal oluşumlarında emekçi… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Açmazları ve Savaş

Her sistem gibi kapitalizm de kendini yeniden örgütleyerek varlığının devamını sağlamaya çalışır. Bunu yaparken, bir dönem sistemin işleyişinde başat rol oynamış, yönetme ve yönlendirme işlevini yerine getirmiş yöntemler, sistemin ulaşmış olduğu düzey açısından bir dönem sonra yeni işleyişe cevap vermekte yetersiz kalabilir, yeni örgütlenme biçimleri kaçınılmaz hale gelebilir. Bu olgu insan yaşamında olduğu gibi doğa ve toplum yaşamında da kendini gösterir. Özellikle kaydettiği aşamalar açısından iradi müdahalelerin kaçınılmaz olduğu toplumsal yaşamda bu olgu, sistemin içinde bulunduğu durumun anlaşılması açısından önem arz eder, sistem yeni yöntem ve yönelimleri dayatabilir. Tam da bu noktada işleyişe cevap vermekten uzak yönlendirici faktörler atılarak,  sisteme… Devamı

Emperyalist Kapitalizmin Demokrasisi Ya da Riyakarlığın Böylesi…

Latin Amerika ülkesi Hondurastaki askeri darbe ile Asyadaki Çini’in Sincian bölgesindeki olaylar aynı zaman diliminde gerçekleşti. Hondurasta seçimle devlet başkanlığına gelen Liberal parti adayı Manuel Zelaya 28 Haziran 2009 günü Honduras ordusunun düzenlediği bir darbeyle devrildi. Önce, darbenin ardında yatan gerçeği özetlemeye çalışalım. Zelaya, seçimlere Liberal Partiden aday olmuş, yeterli oyları alarak devlet Başkanlığı seçimin kazanmıştır. Liberal Parti programı,  Uluslar arası emperyalizmin çıkarlarına dokunmayan, Çok uluslu şirketlerin varlığına itiraz etmeyen, işbirlikçileri koruyup kollayan, Honduras halkına “laf”tan başka bir şey vaat etmeyen bir programdır. Yine Liberal Parti ve darbenin hedefi olan Zelaya  Latin Amerika’daki Anti emperyalist  rüzgarlara yelken açmayan, onlarla işbirliğine soğuk… Devamı

Vals

Her şey dünde kaldı Koparılmış bir gül gibi önüme düşüyor başım Birer birer soluyor içimizde,yaşamağa değer ne varsa Kanatlarında sabah esintileri taşıyan kuşlar Gözlerimizde leylaki gülümseyişi güneşin Fotoğraflarda anamın perçemli yüzünün ışıltıları Mavi buz parçasından yansıyan çocukluğum Kıyılarına ulaşamadım diye hayıflandığım nehirler Her şey. Sen de gittin Gökyüzünde asılı bir yıldızdan ibaretim Bir tek sular kaldı Aynasında suretimi yadsıyan. Bir de düşlerim Gecelerimin silahsız eşkıyaları Gülüşlerimde hançerini bileyen cellat Alıp divanına götürüyorlar kalbimi her gece Karanlık rüzgarlar esiyor saçlarından/ üşüyorum Çağlayanlar gibi dökülüyor dilinden sözcükler/ soğuk,siyah Ölüsün diyorsun,bende dipnotsun sadece İflah olmaz serüvenci,onmaz bir kaçaksın Beklemelerin umutsuz,yolların geceye gömülü İstasyonlara… Devamı

Uzak Bir Gülüşe Sonat

Kendilerinden sayılırdım, aşinaydı ruhlarımızSadece adım “gaje”ydi-her ne demekse-Biz çingene derdik“Roman” olarak geçerdi edebi metinlerde adlarıKöstekli saat kuşanır bıyık burardı erkekleriBirer Hintli bilgeydiler, uysal ve tevekkelEn çok aşk ve ölüm öyküleri anlatırlardı / akşamlarıAteş başlarındaGizlice ağlardı kimisi de/ ayıp olduğunu bilerek ağlamanınBıçak kullanmada UstalıklarıHorozların ve köpeklerin kutsallıklarına ilişkin inançlarıSayılmazsa şayetBunlardan ibaretti cümle meziyetleri

Temmuz Sancısı

Güz ağırlığı çöküyor üstümeTemmuz ortalarındaKaçıp uzaklaşmak istiyorum bu iklimdenNedensiz,açıklamasızSokaklara caddelere vuruyorum kendimiDilimde imkansızlığın şarkısıTeselli bulmuyor serseri ruhum Bir çiçeğe uzanıyorum yüzünün niyetineUtangaç bakıyorsunYağmur damlıyor gülüşlerinden

Lirik Bir Gülümseyiş

Kapanmak bilmiyor hiçliğin parantezleriUzun cümleler kuruşum bu yüzden, bağışla şaşkınlığımıGünün kıbleye dönüş saatindeyim, sayıklama zamanımGeçmiş bir yaz gibi uğulduyor kulaklarımdaMevsimlere çarpıp dönen yüzündeki gizZehrin ve hançerin lirik gülümseyişiHer dönemecinde helak olduğum o uzun yolculuk

İlkin Tekrarı

Sevgili diyorumYaşlanırsam şayetYani kaldırmadan başımı göğsünden bilmem kaç yılGeçtiğinde zamanın Sen hırçınlıklarımı düşünüp/ dalıp dalıp giderkenGizlice gülümseyeceksin/ bir ayıba gülümser gibiBen sana aldırmadanBütün bir yaşamın çiçeklerini dikiyor olacağımMeçhul aşklar anıtınaRenkleri gülüşünden derlenmiş

Güz Defteri

Kendini anlat diyorsun,gün ağarmadanGecenin diliyle seslenRüzgarın gözüyle bak gözlerime/sıcak,esrikVarsın gurbete düşsün gölgenYüzünü döndüğün yer sılaKırılgan mevsimlere benziyorsunZaman ve mekandan uzak. Dalıp gidiyorsun varlığımdan habersizMerdiven uzatıyorsun gökyüzüneYıldızlara değiyor başın,gülüşün güneşe bedelKoçero sanıyorsun kendini/masum yüzlü eşkıyaIssız koyakların hükümranı,sicili bozuk çingene

Günaydın

Geç kaldım sana günaydın demeyeKusurların bazen güzel olduğunu söylemeyeceğimGece ayın doğuşuna da geç kalırımNehirlerin duruluşunaİmbatın henüz çıkmadığını düşünür tembellik ederim, oyalanırımRüzgâr gömleğimi havalandırmaz, geçer gider yanımdanHayata geç kaldın diyor kâhinAşka olduğu gibi Bağışla demeye alışamadım, ardından koşamam daTelafisi imkânsız bir kusur işte. 29.08.2005

Gümüş Rengi Gölgeler

Arzudur adınız  ya da AlevdirGümüş renkli bir duman gibi çöker Gözlerinize kederYazgısına küfreden heykeller gibisinizAteşe körRüzgara sağırİç çekişlerinize sığınırsınızDışınız şen şakrakİçiniz korÜmüğünüzdeYönü belirsiz öfkenizin elleri

Düş İçinde Düş

Öncesiz ve sonrasızlığında zamanın Ne zaman kırmızı dumanlar yükselse Bir leylak dalı kırılır içimdeRüzgârım kesilir. Yakışıklı ve yasadışı günlerdiGökyüzünün en saydam mavisiyle vurdukçaSulara dolunayDuru ırmakların çağlayanlarına karışırdıRomantik serüvenlerimizin söylenceleriBaşını omzuma yaslar, gökkuşağını işaretlerdin parmak uçlarınla

Bırakmıyor Yakamı Bu İnat

Bırakmıyor yakamı bu inatZehrini kusan şafaktaGülüşlerini beklemiştim, zarafetini, Kelebekler de gelecekler üç vakte kadarArifesindeyiz aşka uzak zamanların Kimsecikler kalmamış meydanlarda diyorsunBen varım ya…Düşmek her zaman kötü değildirKalkıp yürümekte marifet

Bir Masal An’ı

Anımsamamı isteme Öyle bir ülke yoktu Ölesiye yaşanan aşklar da Göğsümüzü, acıtan esintilerine açtığımız Akşamlarına dalıp dalıp gidilen Sabahlarına vurgun İçinden geçtiğimiz mevsimler yoktuSen yoktun…Anımsamamı istemeAklımızdan önde giden adımlarımızıMühürsüz tutanaklarda saklı kalsın Cadde adları, sokak numaraları

Bir Fotoğrafa Dipnot

Uzatıp kuğu boynunuMenevişli sulardanİncecik gülümsemeyiYa daGeceye kalbini bırakan korsanlarınRomantik söylencelerini düşlerdin Katran yeşili rüzgârların eserdi leylaki gökyüzündeParmağını keserdin gizlice bir gülün kırmızısınaManzum bir heceydin, ehveni yadsırdı gölgenÇarmıha gerilirdi her bahar gülüşlerinUtangaç bir öpücüksün hala şuracığımda, sımsıcak

Yazgı

Gökbiliminden hiç anlamadığım haldeYıldızları seyrediyorum durmaksızınAcemi ve tutkulu bir kumarbazıyım hayatınAçık oynuyorum kartlarımıVe rest çekiyorumNiçin hep yenilen benim? Kırmızıya boyamak istiyorum bir palyaçonun burnunuDargınlıklarımı kırmızıya boyamak istiyorum-ki aykırı düşsün ayrılıklar-

Yankı

Yıldızlı geceleri giyinirdinAteş kuşlarına emanetti gökyüzünSesin yüzünde incelirdiGüneş ellerindeHer yanın insandı, her yanın aşk Derin uçurumlarda açardın, soyluYabandın kentlere, aşk acemisiSert eserdi vadinde rüzgârlarÜşürdün sabah serinliğindeAğlamak geçerdi içinden, ağlayamazdınİç çekişler minnetin diğer adıydıBir kurşundu nihayet her aşkın payı

Yağmur Habercileri

Batan güneşin ardından koşarlarKaranlık ölüm demektirAtlayıp şeytanın atınaTiranların gece yasalarınıTağyir, tebdil ve ilga’yaCebren teşebbüs ederler Toprak kovuklarından doğarlarHenüz keşfedilmemiştir ülkeleriAsi rüzgârıdırlarAşkın ve ateşin

Suların Yolculuğu

Gün, beyazını yıkarken suların yeşilindeDingin sabahları yükler yelelerinehırçın ve asi bir atUçar karaca çevikliğindeAsıp terkisine mayıs rüzgârlarınıAy büyür gözlerinde kocaman olur. Gecenin en laciverdi yerindeKâşifler keşfe çıkar gülüşlerindeki giziFatihler talandadır alnının ovalarındaHüznün tetiği çekilir, esmerleşir rüzgârlarBir mevsim yalanıdır, yağmurda unuttuğun gölgen.

Onikilerin Vedası

“Şili halkı faşist Pinochet’den hesap soruyor” Basın Başımızı dizlerine koyar gibi sevgilininBastık ölümüne bir sevdayı bağrımızaArtık konuşmayacağızSöylendi söyleneceklerVe şimdilik kapatıyoruz yaşam defterimiziDinlenip dönmek içinarasına halkların.

Korsan Gülümsemeler

Kusursuz bir çingeneydi evrenin ortasındaDağları sesinden tanırdıBulvarları gülüşünden Tek bir ağaçtı, ulu bir ormanKovuklarında gizlenirdi kaçaklarAlbatros’du ıssız enginlerdeOkyanuslarda korsanYüreğinde nefesti, gözlerinde ışıkDüşlerinde gülümseyen çocuklar

Kopuş

Gizemli düşlerle bağlanırdım akşamın yeşil  ucunaTek tek öperdim yağmur damlalarını mevsimler  boyuYüzün dağlara düşerdi, ak bir buluttum saçlarında gezinenTeslim alan sen değildin, teslim olurdum hayaline. Kalbim, aldanma yalanların atlas  yüzüneÇekilen tetiğin kurşunu değilim artık.

Karşı Eylül

Hırçın bir ıssızlık bu eylülSu üşürSessizlik sesini yitirirKanatlarında taşıdıkları mayısıSeslerinde öldürür kırlangıçlarVe bütün renkler silinir ansızın. Serüvenleri de eskitiyor hayatArtık bir son sözdür her esintiMahşere sürüyor atını küskün bir şövalyeKapanıyor kitap:İşte ortadayımSöze ne hacet.

Karar

Bir tel saçın vardı bendeGeçen yazdan kalmaSana gönderiyorumRo-Ro seferi yapan bir gemiyleOlduğun yere işteEvrenin bir ucuna Bir tel saçın vardı bendeGeçen yazdan kalmaBir yağmadan arda kalmış ganimetYatağında hırpalanmış bir nehir

İtiraf

Sularda yansıyan yüzün olmadıAdın yok ki çağrılasın, gel diye Alnındaki ateşin küllerinde terlerdimYamaçlarıma eserdin, nehirden kopan rüzgârdınSöz olurdu, güvercinler uçsa göğsündenYangınlar çıkardı hep, birlikte görülmekten. Göveren meşelerin yeşilinde sen yoksunBir yağmur kuşuydu kalbim, avuçlarında çırpınanDağları deleyim isterdin, turaçlar konardı sularınaŞirin olmadın kiFerhad’ın olsun

Bağır Beni

Bütün sesimi sana bırakıyorum Bütün rüzgârlarımı Çekip gidiyorum işteKüskün atlılar peşindenDönüşüne yasak konmuş yolcuyum. İzlerimin üzerinde gezinirken bulutlarDağ yamaçlarında, yol boylarındaAvcılar izimi sürer bir dalın uçlarındaYaprağında yeşilinKuşatmaya alırlar bir çiçeğin rengini

Güzelleme

Ben ayakta ölmeliyimMevsimlerin en ölümsüz yerindeBir dal gibi düşmeliyim toprağaminnetsiz. Bir top ateş olmalı nefesimmeydanlardaTespih taneleri gibi geçmeli şehirlerparmaklarımdanYelken açmalı korsanlarçocukluğumun ilk izlerine

Değinmeler

(I)Şirin’i olmadığın aşklar istedinSıkışıp kaldın yer-gök arasıKaşlarını çatma, ey güzel çocukSen hüznü de haketmedin. (II)Bugün senden haber geldiUzaklardan döneceğim demişsinBir yanlışlık olmalıSendeki adresim hükümsüz.

Çinçinli Çocuklar

Yurt tutarızEvrenin bir başka gezegenindeAk bir bulut gibi asılıdır mekanımız gökyüzüneBiz Çinçinli çocuklarız. Kuytu dam altlarında kesilir göbeğimizÖlçüsüdür yiğitliğimizin sabıkamızDünyaya atmadan ilk çığlığımızıPolis kayıtlarına işlenir adlarımızBiz Çinçinli çocuklarız.

Çağrı

Islak bir mendil gibi toplanıyor avuçlarımdaYolların ıssızlığıBütün yolculuklarKanayan bir düş oluyor omuzbaşlarımdaBir parça güneş kurutuyorumgözlerinin korundaVe sesini arıyorum ishak kuşununArnavut kaldırımlı sokaklarda.

Bir Şiir İçin Yas

Felsefesiz düşüyor yapraklara çiyBelirsiz yönlere uçuşuyor kuşlarSağanaklar boşalıyor ard ardaCaddeler bomboşYüzlerini kaçırıyor yağmur kaçakları İlk kaçağını saklayan dağ acemisiEğlenmiyor dudağında gülüşler…Solgun izlerini arıyor  alnındaSokakların öfkesiIlık bir esintiydi oysa nefesinKaranfil yanığı aşklar büyüten.

Bir Aşk İçin Dem

Bir büyük okyanusta buluşacaktı yüzlerimizBirbirimize anlatacaktık sonraKısacık yaşamların uzun öykülerini Oysaİpleri çözmedin hiçDenklerin hep hazırdıBırakıp gideceksin işte, biliyorumKopuşun tetiğinde parmakların.

Ay Batışı

Çöl’ümRüzgâr kendi rüzgârımKum kendi kumumSis basar vahalarımıSığmam kendi  kendimeDüşlerine çağır beni. Yüzümü aşka döndümLanetlisiyim kutsal kitaplarınMinnetim yok Nuh’un gemisineBir sana inandımBir de rüzgârlaraIssızlara götür beni.

Yedinci Mevsim

Kanatlarında kurşun asılıAl-benekli kırlangıçKaranfil yaprağısınBahar yeline düştün Uykusuz geceler, bıçak sırtındaToprak kokusu yoldaşın olduNice fırtınalarda gülümsedin deSavruldun sehere düştün

Ütopya

…Ve senTanrıca kutsanmışZırhın içindeÖylesine çok özlemindesin kiBoynuna geçecek kemendinİngiliz usulü bir zindanda YaniZühre aynı ZühreTahir aynı TahirEn gümrah ormanlarında bile ömrümüzünAynı çöl, aynı bedevi…

Uzağa Çağrı

Dün sabır yüklü bir kervandıSessiz-inatçıYarın doludizgin bir kısrak olacak zamanHesapsız-asiNasıl da uçuşuyor yılan eğrisi çizgilerdeYıldızlarHangi yönden esiyor böyleAkşam akşamEski istasyonlarda rüzgârlar

Portre

Anlamsızdı gökyüzünün lekesiz maviliğiAnlamsızdı yarışı şafağın geceyiBir dalın çiçeğe duruşuUçuşu bir kırlangıcınAnlamsızdı Özlemini çekmediIslak başak kokusununHiç düşünmediSırtüstü uzanıp toprağaYıldızları saymayı

Özleyiş

Ankara’da ikindi sonrası kar yağıyorYorgun kuşlar gibi düşerek yerlereUsul usulAğır ağır Ortalık ana baba günüİnsan seli akıyor caddelerdenHepsi bir başka şekildeBir başka surette her biriDurup seyretmek istiyorumNe çareSana benzemiyor hiç biri

Mektuplardaki Biz

Gün ikindisine seriyorumMamak mektuplarınıSararmış kimileri uçlarındanKimisi gün gibi, uçarıKaç kez okudum bu satırlarıKaç kez okuyacağım dahaBilmiyorum Güneşe tutuyorum Pervasız gülümsüyorlarGizlice yazılıpZuladan çıkanlar

İsyan Öncesinde Yüzün

Çekilmemişse kınındanKorsan gülüşlü bıçaklarBilenmemişse alınların aydınlığındaAteş mavisi çelikVe açmamışsa avuçlarımızda ak zambak gibiAy aydınlığıNedir  ki gökyüzü dediğinizÜç-buçuk yıldızdan başka

Haber Bülteni

Uykusuz geçiriyorum geceyiBitkin düşüyorum, yorgunumGözlerim kan çanağıKalbim bahar sabırsızlığındaVe kısa dalga istasyonlarında kulağım radyoların “Seine” nehri çıldırdı diyor spikerSığmıyor yatağınaŞehirde kıyamet kopuyorKartal pençesini gösteriyor uysal güvercinAkıtarak perçeminden mavilikleri

Gün Ucu Gülüşleri

Dilsiz şövalye heykeli yüzündeVurulmuş kartal düşleri arıyor gezginlerKurt ve çakal sesleri taşıyor serseri rüzgârlarGecenin içindenVe nasıl da yakışıyor yabanıl aşklaraGüz akşamlarının zenci gülüşleriBir deKiraz çiçekli mevsimler Haberin geliyor bir kuşluk üstüOnca acıdan  sonra— yağmurla yıkanmıştı akşamVe leylak kokuyordu gece.–

En Tenha Anında Sokakların

En ince yolculuğuna çıkıyorum düşleriminEn tenha anında sokaklarınSerçe hafifliğinde yüreğimGözlerimAlaycı, tedirgin ve ürkek BenMühürlenmiş sokakların asisiHüznün ilk yaz sağanağıAlaca şafak hayduduÇatlatırcasına uçuruyorumİçimdeki kısrağı

Dolunay Zamanı

Menekşe yaprağından seken bahardaKuşları salsam kentin üstüneAçar mı gamzelerindeki gülüşlerBiter mi gamın kederin Dolunaylı geceler düşürsem haneneBir ıslık çalsam karşı kıyıdan-on beş yıl öncesine dair-Çocuklaşır mı gözlerinYankılanır mı korkusuzluğunGecekondulardan

Dervişçe

Ayazlar ısınır nefesinizdeYer-gök ellerinizdedirDerVe bir derviş kelam ederKitabın ortasından Ey! İnsan der Sürdükçe suskunluğunSürdükçe baş eğişinNe gülün adı kalır ovalardaNe rüzgarın sesi duyulur dağlarda

Çingene Çadırında Bahar

Sihirli bir zambak gibi açarken güneşEski damların ardındanSelvilere düşerdi ilk ışıkları Temmuzun alacakaranlığındaErkendenYeşil sarıya çalardıUmut sevince Yağmur damlaları süzülürken ay ışığındanGeceye bırakırdık ıslıklarımızıGeceye bırakırdı çingene kızlarıBöğürtlen kırmızısı sevdalarını

Bahar Yargısı

Ansızın gelir baharGüneşi, rüzgârı ve yağmuruylaYaprak kımıldamaya başlar dalındaGök gürültüsüyle irkilir yorgun kentVe kırkikindilerle kucaklaşır toprak Ayna tutar gibi durgun bir göleAkasyalar arasından süzülür güneşDerman bulur cümle mahlukatDağ-taş yeşile dururBaşlar senfonisi saka kuşlarının

Sessiz Çığlık

Güneş düğümleyin çıkınımaÜşüdükçe ısınırımMatarama, umut doldurunSusadıkça içerimKaranfil sürün mavzerimeGülümseyip koklarımAdımı insan koyunVurun beni dağlara

Öfke Gediği

Sabırla dinledikÖfkeyle güldükAnlatılan memleket hikayelerine Nasıl da yalnızlaştık bulvar kıraathanelerindeVe nasıl da çoğaldık varoşlarında kentinDüşümüzü düşler süslerdiGeceyi ay ışığıVe geceye karışan arkadaş ıslıkları

Gül Açar Yangın Yerinde

Bir gecenin şafağındaAyaza keserken gözlerimdeki ateşDonarken dudağımda nefesimDüşmüşüm bir müfreze pususunaHavada; fesleğen kokusu var Ölünesi bir ilkyaz gecesindeBir kurşun daha sürüp namluyaYüzükoyun kapaklanıpUzanıyorum toprağaHavada barut kokusu varMavzer uğultularına karışıyorÇekirge sesleri

Geriye Kalan

Maviye boyanmış duvarGökyüzü sanılsın diyeÇömelip seyrettimAyaklarımın üstüne Ne eylül akşamlarının serinliğiNe ağustos gecelerinin aydınlık karanlığıNe tepemde yükselen ayNe rüzgârda dağılan saçlarınNe de tütün tarlalarından seyredilenO parlak yıldız…Hiçbiri yokBu duvarın mavisinde

Gecenin Türküsü

Yıldızlı bir yaz gecesindeSeni düşünürümBir karanfil bahçesindesinOturup toprağaSamanyolunu seyrederiz Ay düşer saçlarının üstüneBir yıldız kayar tepemizdenGelecekten konuşuruz

Bir Düş Sıcağı

Müthiş yıldızlı o ağustos gecesindeAy yarımdıYıldızlar parlak….. Ve senBir ceylan kadar ürkekAşk gibi güzeldin El ele tutuştuk.İlk defa göz göze geldikSessizce öpüştükKonuşacaktıkUtandıkVazgeçtik

Bir Akşamın Öyküsü

Bu akşamÇok önemli şeyler olacak.Çok önemli şeyler olacakBu akşamÇook önemli Düşündükçe bu akşamıNefesim kesiliyor, sabırsızlanıyorumBastıramaz oluyorum heyecanımıDestursuz geçiyorum caddelerdenGeçit vermez mahşeri kalabalıklarıTemmuzun ikindisiNeredeyseGün inecek.Yükseliyor nabzımın vuruşlarıEndişeleniyorum daDuyulacak diye

Adı Konulamayan

Seni sevmek  Bir güvercin uçurmak gibi semadaBir karanfile el uzatmak gibi bahçedeBir Köroğlu türküsü tutturupİsyan bayrağı gibi açılmak havada Seni sevmek  Sürüp namluya yüreğimiHedefleyip zulmün kalesiniDokunuvermek tetiğe

Yürüyüş

Kurumuş başak sapları  kopararakÇiçek yaprakları topluyorsun tek tekRüzgarın sesini dinliyorsun hışırdayan yapraklardaYeşil denizlerine yolcusun buğday tarlalarının Yıllar önceyeİlkyaz gecelerinin firar sıcaklığına Aman vermiyor soğuk Bir gülüş yerleştiriyor dudaklarına militan ruhunMutlusun öylesineYarıp çıkmışsın kuşatmayı ,yollar kesilmişPeşinde  gölgesiz  gölgelerYıldızlar yağıyor üzerine,ışık çemberindesinAteşin göğsüne uçuyor göklerin atlılarıYakalanırsan bir ihtimal

Yaşanan

“ Yaşamı bir yara gibi karşıladım Ve intiharın yarayı iyileştirmesini yasakladım” Laute’rmont Usul usul ne konuşuyorsun öyleEğip omzuma başınıYirmi yıl ötelerdenTedirgin,ürkek…anlatacak anıların olmalı Sardunya sabahlarına vurup kendiniBir dal hayal çiçeği iliştirip ağzınaSoluksuz koşardınEn uzun maratonunu evrenin

Sır

Aldattınız beniGüzel bir yanlışa düşürdünüzDağıldım aşkların orta yerindeRüya dumanı gibi EndişelenmeyinÇapraz kuşanıp gülüşleriniziSiyam gülleri takıyorum yakamaGeçitsiz uçurumlarınıza inat

Serenad

Bir kadını bekliyordunIssız yolların kıvrımında,yaz sağanaklarıylaBir kadını bekliyordunSissiz Ağustos sabahlarında Kıyısız denizlereydi yolculuklarınKırmızı ışıklarda geçerdin hayatı Hangi zaman kipinde anlatılırdı,bilmezdinFirari kırlangıçların ömrüHangi yöne savrulurdu rüzgarlarOnmaz aşkların peşinden

Sahi Siz Kimdiniz?

Yaşamasına yaşıyorumKonuşuyorum da konuşmasına Anlatamıyorum size kendimi Eski bir lehçesiyim belki hayatın. Bir ömür tükettim pembe bir şafak için Ölümü öldürmekti işimDinamitledim kentlerin zeminlerini Bir demet gülüşünüzle Katil ve kahramandım , soylu ve serseri Sinmişti üstüme bütün sıfatlarım

Menekşe Ağıdı

MutlanırımÜrkek yıldızlara dayayıp başımıDenizci masalı dinlerken akşamlarıKuşları havalandırıp upuzun kirpiklerindenYüzlerinde gezinirken gizliceUtangaç,masum Azat kabul etmez kölesi aşkınUstasıyım soylu yanlışların daÖlebilirimİncecik yerinde geceninBir yıldız serüvenindeAy sulara düşsün yeter kiGülüşüne benzeyen

Kül ve Lir

             Yollara benziyor anılar              Yürüdükçe bitmeyen              Yoruldukça uzayan              Elde değil çaresiz, dalıp dalıp gitmemek              Ram olurduk rüzgarına o aşkın Ne tuhaf Durmadan çoğalırdı yıldızlarDeğdikçe ellerimiz gökyüzüneYeşil yağmurlar yağardı Kırmızı renkli şehirlereDüş tarlasıydı sokaklarHangi duraklar aşk‘ tı , hangi meydanlar isyanNe çok şey anlatırdık birbirimize Sessiz sedasız.

Kırık Ayna

Tanıyorum seniGökyüzü haritasındanSamanyoluna komşu bir ülkedensinAynı ufkun sabahlarına uyanıyoruzAynı kumrular uçuşuyor  saçaklarımızdan. Menekşe kokuyor sokağınSuretinde secdeye duran mevsimlerdeİzini sürüyor her gece, uykusuzTakılıp kalıyor sesineYüzünde gölgelerin yorgunluğuGülüşünde baharlar gizleyenİflah olmaz bir haydut

İtiraz

KahinHangi masal ülkesinin şiiri buAklıma düşüyor ansızınZamanın en olmaz yerinde Sulara düşmüş müdür suretiUzanabilir miyim ellerineDüşlere yatsamUç diyorum tek kanadınlaYetmiş iki parçaya bölüyor kendini yürekVebalim boynuna diyorAklım yetmiyor  kendime

İllüzyon

Kar bulutu bir yanıBir yanı zümrüt yeşilÇam yaprağıydı saçlarıNefesi bahar yeli Ayın yanağındaydı bir eliBir eli durgun sulardaFırtınalar çıkarır, yangınlar tutuştururduAdını gülümsedim gizlice“Aşk çiçeğiyim” dediSoylu yanlışı hayatın

İçine Kapanan Yara

Suskunluğundu bana bıraktığın adresinHangi kuytularda açardın, adın neydi bilmezdimKar yolları keserdi, mavileşirdin inadına Yağmurları sürüklerdi peşindenUzaktan geçen gemilerinSular çekilirRüzgar susarDingin gülüşlerin kalırdı geriye

Günce

Durmadan kar yağdı yine bu gece Buza kesiyor dilimde uçuşan sözcükler Ayazındayım mevsimin Gözlerimde sıcak iklimlerin buğusu Çingene tedirginliğinde düşlerimNerede kesişir hayalle gerçekAdsız gülüşler konuyor dudaklarıma

Giz

Bilmediğin şey değil üşüdüğümSıcak bir merhaba bağlıyabilirdin Kasım rüzgarlarının peşine Yorgunluğum bilmediğin şey değil Dinlenebilirdi yüzünün esintilerindeSeraba koşan çölde bir gezgin

Giderken

Kendime en uzak,en yakın an’ımdı sana Hayali fotoğraflarını indirdim duvardan Titriyordun Dağınık ve tedirgindi dudaklarında sözcükler İnce bir yağmurla ıslandı yüzün Öpecektim görmesen,upuzun kirpiklerini Nefesim kesilirdi,eksilirdim gidersen Düşler yeşildi oysa,karabasanlar olmasa Sen kumraldın,güvercin sürüsüydü saçların Senin dağlarında güzeldi eşkıya olmak Gazel okumak bir taşa,çiy damlasında demlenmek

Esintiler

Martı seslerinin bittiği yerde başlıyor geceYana yıkık duruyor çiçekler                                          belli ki sarhoş     Gecenin mührü bozuluyor derin sulardaDalıp gidiyorum gülüşlerineYasak mülkler mi çiğnedin   Her masalın şahmaranıSen ermiş çingene,ey güzel çocuk.

Armoni

Kendime uzaklığım kadar hayata yakınlığımNe bir geçit yol verir bulutlar üzerindenNe bir ses var etrafımda, dönüp bakmama sebepHep kendine doğuyor ayYağmur kendini ıslatıyor durmadanBir çılgınlık nöbetindeyim , her dokunuşum tedirginBöylesine gamsız akşam üstleri

Gönül Kalk Gidelim Sılaya Doğru

Ansızın, yaşayıp geçtiğiniz, geride bıraktığınız ve artık yolunuzun üzerinde de olmayan yaşamın belli belirsiz bir an’ına tökezleyiverirsiniz… Belki o güne kadar belleğinizin hiçbir yerinde izi olmayan yaşamınızın o kesitine ilişkin hiçbir renk, hiçbir ürpertici ya da gülümsetici betimleme de hatırlamıyorsunuzdur… Siz o “an”ı çoktan geride bırakmışsınızdır, ya da o “an” size hiç ilişmemiştir bile… Dalgın bir anınızda kim bilir neleri veya kimleri hayal ederek sarsak sarsak yürürken ve hatta zaman zaman kendinizle konuştuğunuzun farkına varıp,  “acaba biri görüp de delinin biri” mi diyecek diye utangaç bir edayla kendinizi toparlamaya çalıştığınız bir anda, belleğinizin kapısı çalınıverir… Gelip karşınızda durur… Hatları öylesine… Devamı

Bir Aşk(sızlık) Öyküsü Ya da Pazarın Kutsallığı

Her şey pazar için. Duygularınız, aşkınız, kişiliğiniz.. Düşündüğünüz, düşünemediğiniz her şey. MIDAS kapitalizmin harika çocuğu. Elinin değdiği her şey dolar oluveriyor. Konu, Tülin Akyıldızın “www. Sanal alemde bir aşk öyküsü” adlı kitabına, çağımızın-günümüzün değil- imrendirici aşk öyküsünün methiyesidir. Çemişevski, bilinen romanı ‘Nasıl Yapılmalı” ya girerken okura “aptal okur” diye seslenir. Tülin Akyıldız öyküsünde okura aptal diye seslenmiyor, aptal mı? yoksa biraz zeka kırıntısı taşıyor mu diye yoklama yapıyor, okuru gözlüyor.   Öyküsünde, kahramanlarına insana özgü, insanı insan yapan en “olmazsa olmaz”ı, aşkı aratıyor. Her şeyin metalaştırıldığı yaşamımızda sadece kendimize ait olması gereken -artık sadece kendimize ait olan diyemiyorum-birlikte üreterek ve… Devamı

Hacı Yatmazlar

Bir kişilik karakteri tanımlamasının “oyuncak” olarak üretildiğini yeni duydum. Küçüklüğümden beri “ her devrin adamlarına” ekmediği yerden biçen” sözüm ona uyanıklara, insan suretinde görünmesine karşın bazen başını kıç, çoğunlukla da kıçını “baş” olarak kullananlara bu isimle hitabedilirdi. “Siktir pezevengi, hacıyatmazın biridir…” Yetiştiğim köyün birkaç kişilik konu komşu meclisinde adam yerine konmazdı… Bazı açık sözlü büyüklerin “ ulan fırıldak, yine ananı boyayıp babana  mı satacaksın” diye aşağılamalarına karşın, söyleneni duymaz, pişkin pişkin sırıtırdı… Her köyün “delilerinden” bizim köyde de vardı tabi, bunlar açık sözlü, mert, özü sözü bir insanlardır. Söyleyecekleri sözü eğip bükmeden, evirip çevirmeden “şak” diye söyleyiverirlerdi. Bu yüzden “deli”… Devamı

Bir Çiçeğe Bakıp Bakıp

Bahar akşamlarının en güzel saatlerinin kilit altına alındığı ikindinin beşinde başlardı spikerimizin anonsu. “ Burası patagonya radyosu, kısa dalga Fm. Sevgili dinleyiciler, kısa dalgalarımızı geçmeye başlıyoruz…” İlk haberimiz cezaevi idaresinden… “ Bugün toplu dayak sayısının ikiye inmesi, uzmanlarca “yumuşama” belirtileri olarak yorumlandı. Olayla ilgili muhabirimizin sorusunu “toplu dayak” uzmanları “konuşma lan, konuşma”  diye yanıtladı. İkinci haberimiz meclisten. “ Yavruya Bak Yavruya” partisinin bir grup milletvekili meclise af önerisi sundu. Şimdi af önerisi sunan bu milletvekilleriyle birlikteyiz. “Sayın milletvekilleri, altıyüz elli bin kişiyi cezaevlerine tıkana kadar ne fedakârlıklara katlanıldı. Sizin meclise bir af önergesi verdiğiniz söyleniyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapar… Devamı

Bin Dokuz Yüz Yetmiş Yedi

“Üzerime karanlık çökse bu kadar korkmazdım” dedi, o yıllardan korktuğum kadar. Korkmazdı bana göre, iyi tanıdığım, yaşamının ateşle sınavına yakından tanıklık ettiğim, eğilmez, bükülmez,  gözünü budaktan esirgemez bu yakın arkadaşımın sözü nereye getirmek istediğini kestiremedim. “ Nereden çıktı şimdi bu dedim, şu güzel Antalya akşamının tadını çıkarmak varken, hangi yıllardan bahsettiğini de anlamadım dedim”. “Her birimizin birer kahraman olduğu yıllardan söz ediyorum dedi, bıyığımız terlemeden daha gökyüzünü fethetmeye çalıştığımız yıllardan”. Elimle omzundan ittim, “takıldın kaldın yine dedim, otuz küsur yıl geçmiş üzerinden, beri gel, bugüne gel”. Çaktırmadan yüzüne baktım, saçları ağarmıştı, yüzünde yorgunluk. Ateş gibiydi gözleri. Bedeninin her tarafı hareket… Devamı

Amerikalı!…

Onunla Ankara merkez kapalı cezaevinde tanıştık… Gardiyanınından tutuklusuna herkesin ağzında bir Amerikalı…. Sesleri uzaktan duyuyoruz, yanımıza yanaşıp konuşan yok… Cezaevinde bir Amerikalı olduğu kanısına varıyoruz.. Amerikalı aşağı, Amerikalı yukarı… Tutuklandığımız arkadaşlarla tecrit koğuşunda kalıyoruz, ya da biz öyle diyoruz kaldığımız koğuşa… Cezaevine getirildiğimizde normal koğuşa vermediler bizi… Siyasi tutukluların kaldığı 8. koğuştaki arkadaşların olanca ısrarına rağmen cezaevi idaresi bizi koğuşa vermemeye kararlı… Nedenini bilmiyoruz, şaşırıyoruz bu tecrit edilmişliğe… Bir iki gün sonra, biz emniyette iken takip etme olanağı bulamadığımız gazeteleri bize gönderiyorlar 8. koğuştaki arkadaşlar. Sis perdesi yavaş yavaş aralanıyor… Yakalanmamıza ilişkin emniyet kaynaklı haberler birkaç gün üst üste sekiz… Devamı

Ali Butto

Bazen gerçekleşmesine olasılık bile tanımadığınız bir haberle karşılaşırsınız ansızın. Boş bir noktaya dikersiniz gözlerinizi, anlamsız anlamsız bakarsınız bir süre. Ay mı geçmiştir, yıl mı, yoksa gerçekten bir “an” mıdır, işte bu zaman dilimini adlandıramazsınız, ya da bildiğiniz zaman ölçülerinde bir adı yoktur bu anlamsızca boşluğa bakışların. Zihniniz haberin içeriğini kabullenmez bir türlü ama içinize de bir kurt düşmüştür.  Giderek, soğuk soğuk terlediğinizi hissedersiniz, her yanınızı ateş basar. Sanki haberin içerdiği gerçekliği geriye döndürmeniz olasıymış gibi aniden nereye ve kime olduğunu bilmediğiniz bir hamle yapar, çevikliğine kendinizin de şaştığı bir atakla fırlarsınız yerinizden. Bir eylemsizlik, bir çaresizlik an’ıdır bu. O an,… Devamı

Erasmusun Delileri

Sadece bedeninizin değil, artık beyninizin de kaldıramayacağı günün yorgunluğunun ardından ve tedirginliğinizi hane halkına hissettirmemek için sahne oyuncularını gıpta ettirecek ustalıkla sergilediğiniz rolünüzle “ gönül rahatlığı içinde” uzanırsınız yatağınıza… Beyninizde bin bir mülahaza… Evirirsiniz, çevirirsiniz olmaz. O yana döndürürsünüz, bu yana döndürürsünüz olmaz… Doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz… Sanki kafatasınızda kırk tilki dolaştırıyorsunuz da kırkının da kuyruğunu birbirine değdirmemek için kırk takla atıyorsunuzdur… Olasılıklar, endişeler, tedirginlikler korkuyla birlikte med-cezir yaşatırlar, bir gelir, bir daha gitmezler… Gerilirsiniz, kaskatı kesildiğinizi hissedersiniz, sanki damarlarınızdaki kan çekilmiştir. Bunca kalabalık içinde kapıldığınız yalnızlık hissiyle ürperirsiniz… Bir çılgınlık nöbeti, bir melankoli hali diye düşünürsünüz… Bu… Devamı

Cambaza Bak

Ekin Sanat’ın bu sayısına göndereceğim yazıyı üç kez yazıp sildim. İlk yazıyı yazdığımda ortalık ağarmıştı, noktayı koydum yattım, mesai sonrası düzeltmelerini yapıp gönderecektim. Nasıl da yorgunum, sabaha erken kalkmam gerekli, bir yığın ve yoğun mesleki iş beni bekliyor. Yattım yatmasına da, yatak diken oldu sırtıma batmaya başladı. Yazının bütün satırları, bütün sözcükleri film şeridi gibi gözümün önünden akıp geçiyor, ya da satırlar sözcükler akıp gittiklerini sanıyorlar, ama aldanıyorlar, geçmiyorlar tıkanıp kalıyorlar, üst üste biniyorlar, birbirlerinin üzerine yığılıyorlar. Zihnimden birkaç satırı, birkaç sözcüğü atlatmaya çalışıyorum, çaktırmadan. Dikkatlerini başka yöne çekmeye uğraşıyorum. Yerlerini bulmuşlar ya aldırmıyorlar bile, beni umursamıyorlar. Bu kadar rahat… Devamı

1 Mayıs 2008: Korkunun Şiddeti

İşaret, 1 Mayıs arifesi günlerinde verilmedi. Geriye gidin, yüz yıl, iki yüz yıl öncesine. 1848 Haziran ayaklanmasına, Komün günlerine kadar uzanın. Feodaliteye karşı iktidar egemenliğini emekçi yığınları peşine takarak ve onlara “özgürlük” vaat ederek sağlayan Burjuvazi, bir yandan dudaklarına yerleştirdiği sahte gülümsemelerle ortalıkta seyran edip hayranlık uyandırırken, diğer taraftan “despotizmine” karşı yığınları seferber ettiği feodal artıkların bile “ bu kadarı da olmaz” diye dudaklarını uçuklatan despot uygulamalarıyla eş zamanlı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. “Çocuk”, ikiyüzlülüğü, riyakârlığı, iktidarını “zor” üzerine inşa etmesini “büyüdükten sonra” öğrenmemiştir, onun “zor”u iktidarını sürdürmenin biricik aracı olarak kullanmaya başlaması doğuştandır ve bu durum eşyanın tabiatına da uygundur…. Devamı

“Eğlenceliiik… Yimbeeşşş…”

Çocukluğumun geçtiği köyle kıyaslardım ortaokulu okumak için geldiğim kasabayı. Bizim köyün yanında devasa bir kütle, bir azamet heykeliydi sanki. En az beş yüz metre uzunluğundaki upuzun caddesinin tam orta yerine “ çarşı” diyorlardı. Bu sözcük bana yabancıydı ve ezberlemek için kaç kez tekrar ettiğimi bilmiyorum. Çarşının tam orta yerinde hükümet konağını soluna, topal Selahattin’in dükkânını sağına alan meydandaki Atatürk heykelini, kasabanın tenha günlerinde sanki gülümser, kasaba pazarının olduğu Perşembe günleri, babamı aramak için aralarında “kaybolma” korkusuyla koşuşturduğum, acele acele birbirini tepeleyerek yürüyen kalabalığın arasından başımı kaldırıp baktığımda kaşlarını biraz çatık görürdüm.   Kasabamızın bende bıraktığı ilk izlenim “ne kadar da… Devamı

Eylül… Eylül

“Buzlu camın arkasından seyrediyorsun dünyayı” demiştin, “bedenine ait olan gözlerin sana ait değil, olanı değil olması gerekeni görüyorsun, kaç yıl geçti, dünya değişti, insanlar değişti, realite değişti, niçin bu kadar katı olduğunu anlamıyorum, sen yaşama yön veremezsin, bunu kabullenmedin. Düşlerin bile bir gerçekliği vardır, senin yok, olmadı, hiç gerçekliğin olmadı”… Eylüldü… Akşam rüzgârında hışırdayan yaprakların “düşsem-düşmesem” ikileminde bırakıp gitmiştin. Öylece kala kalmıştım, o ana dek saydığım yıldızların sayısını da karıştırdım, oysa gökyüzündeki bütün yıldızları sayacaktım o gece. “Hintli gezginler” değildik ama ahdimiz vardı feleğe, kamburumuz çıkıncaya dek bu yolun yolcusuyduk. Bırakıp gidişinden beri bir daha hiç haber alamadım senden, arayıp… Devamı

Geceye Ayna Tutmak

Akşam bastırıveriyor ansızın. Gökyüzünde bir telaş, bir telaş… Ağaçların arasından bir görünüp hemen kaybolan ay, telaşa gümüş bir tüy dikerken sarı benizli Asyalı yüzüyle çocukluğumun kasabasının çıngıraklı faytoncuları düşer aklıma. Bu iyi derim. Düşüncelerimin dağılıp rahatladığımı düşündüğüm an, gözlerine yakalanırım, eşikte kala kalırım öylece. Gideceksin… Akşam esintileriyle hışırdayan dalların arasından geçip gideceksin, saçlarını dağıtan rüzgârın farkında olmadan. Sokakları hızlı adımlarla geçerken, ayaklarının altında oynaşan akasya yapraklarının da farkında olmayacaksın. Yüzünde Avrupai bir hüzünle ve bir an önce varacağın yere yetişme gayretiyle kestirme sokaklardan yürümeyi deneyeceksin. Bir anlam veremeyeceksin belki, seninle birlikte yürüyen tutkuma. “Kurtul diyeceksin gözlerimin hapishanesinden, bakışlarımın esrarından kurtul,… Devamı

San At Giz mi?

Bir belgeyi araştırırken 7. Nisan.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve bu gazetenin aşağıda anacağım makalesinin üzerine çala kalem yazdığım notlar gözüme ilişiverdi. Adını ettiğim makale Cüneyt Akalın’ın “68,zafer mi? Yenilgi mi?” başlıklı bir irdelemesi. okumaya başlarken, doğrusu düşüncelerimin beni böylesine derinden sarsacağına olasılık vermiyorum. Övgü-yergi türünden bir şeyler bekliyorum. Benim 68’lere ilişkin bilgim “yaşamışlığımdan” gelmiyor. Her ne kadar adı anılmasa da biz 78 kuşağındanız. Yani 68’lerde henüz çocuğuz. 68 olgusunu kâh kitap ve dergilerden okuyarak, kah 68’li dostlardan dinleyerek öğrenmeye çalışıyorum. İşin özeti 20. yüzyıl yakın tarihimizde ülkemiz orijinalitesinin belleklere kazınmış –belleği olanlar için tabi- onur tarihi. Adını ettiğim irdelemeyi okudukça… Devamı

Küresel İmparatorluğun Kraliçesi Bayan Rice’a Açık Mektup

Bayan Rice; Size, “ açık mektup” yazma düşüncem, “Irak’a demokrasi getirme” düşüncenizin dünya kamuoyuna açıklandığı günlere dayanmasına karşın, iddia ve mesajlarınızı “aba altından sopa gösterme” olarak düşündüğümden, açıkçası “arenanın” bu denli kanlı olacağını kestirip, bu seyirlik oyundan vazgeçeceğinizi, kan ve kemik yığınlarından ibaret bir dekorda sahnelenen oyunun siz dâhil kimseye mutluluk getirmeyeceğini bildiğinizi umduğumdan, mektup yazma isteğimi bugüne değin erteledim. Bayan Rice; mektup yazarının bir Türk komünisti olması, tepkiyi, “ küresel imparatorluğun kraliçesine karşı duyulan hazımsızlık” olarak geçiştirmenizi belki kolaylaştıracaktır. Şimdiye değin “ateşle oynadığınıza ilişkin” komünist olmayanların bile uyarılarına sırt çevirdiğinize göre, bizim uyarılırımızı da görmezlikten, duymazlıktan geleceğinizi, hatta gülüp… Devamı

“Quo Vadis” ÖDP?

Ekonomik krizin derinleştiği, toplumun istikrarsızlaştığı dönemlerde, sistem yedek stepnelerini devreye sokarak arabanın düze çıkmasının çarelerini arar. Kimi zaman en ırkçı, şoven ve militarist siyasi oluşumlara verilen bu görev, kimi zaman liberallere, sosyal demokratlara, kimi zaman da sözüm ona “ sosyalistlere” verilmiştir. Zaman zaman da bu görevi üstlenmek için egemen güçlerin “kim daha iyisini yapar” kampanyaları düzenlediği bilinir. Ülkemizde egemen sınıflar, belki de var oluşlarının hiçbir döneminde böylesi açmaza düşmemişken ÖDP nin “ bir arada yaşamı savunalım” kampanyası ne anlama gelmektedir, bir arada yaşayacak olanlar kimlerdir, bir arada yaşayacaklar hangi ekonomik, politik ve siyasal zeminde bir araya geleceklerdir? Aslında, bu soruların… Devamı

Uygarlık Çatışması mı Sınıf Mücadelesi mi? Makalesine Dipnot-04

DİPNOT “Kitle” dergisinin 2006 Haziran sayısında ( 59 sayı) yukarıdaki başlıkla yayınlanan makalemizde “ Kapitalizm, bugün “terörist” olarak tanımladığı “siyasal İslam”ın gelişimini ve güçlenmesini bizzat kendisi yaratmış ve yarattığı bu ucubeyi de yine saldırgan ve işgalci amacına uygun olarak kullanmıştır, kullanmaktadır” denilerek, yazıya “ Küresel kapitalizme karşı bağımsızlığın, Ortaçağ gericiliğine karşı laisizmin savunulması, sınıf mücadelesinin değişik görüntüleridir” denilerek devam edilmiştir. Yukarıya alıntıladığımız tespitin “ siyasal İslamın Batı kapitalizmince yaratıldığı”na ilişkin bölümü sosyalistler dışındaki gözlemcilerce de kabul görmektedir. Belki apaçık bir olgunun dolaysız gözlemidir. Ancak, siyasal İslamın, yaratıcısı kapitalizm tarafından kullanıldığı hususu sosyalistler ile diğer gözlemcilerin ayırım çizgisidir. Konu, ırakta, siyasal… Devamı

Uygarlık Çatışması mı Sınıf Mücadelesi mi?-03

Yazımızın ikinci bölümünde, küresel kapitalizmin sözcülerinin “ tarihin sonunun geldiği”ni, “sınıf mücadelelerinin bittiği”ni, görülen çatışmaların “ uygarlıklar arası çatışmalar” olduğuna ilişkin kehanetlerine değinmiş, sınıf mücadelesinin ideolojik,örgütsel ve pratik yöneliminin doğru saptanması açısından bu karşı-devrimci tezlerin iç yüzünün açığa çıkartılmasının, devrimcilerin “ertelenemez” görevleri olduğuna işaret etmiştik. Kapitalizmin ekonomik, politik, siyasi ve kültürel olarak yeni yönelime girdiği 1990 lardan günümüze, bir dizi kavram da günlük yaşama girmiş, ancak kavramları üzerine oturdukları gerçeklikten kopartılıp soyutlanarak “ tapılan ayetler” haline getirilmiştir. Kapitalizmin akıl hocalarının tam da istediği buydu. Gündemi oluşturan kavramların üzerine oturdukları “ reel gerçekliğin” anlaşılması bakımından bıktırıcı olma pahansa kısa bir geriye… Devamı

Uygarlık Çatışması mı Sınıf Mücadelesi mi?-02

  Yazımızın, geçen sayıdaki bölümünde Huntington’un “uygarlıklar çatışması” ve Fukiyama’nın “Tarihin sonu” adlı tezleriyle, kapitalizmin yeni yöneliminin belirlendiğini, uygun hareket tarzını belirleyen kapitalizmin bütün yerküreyi “kayıtsız-koşulsuz”Pazar haline getirme histerisiyle saldırganlaşan kapitalizmin, önce zaaflarını da kullanarak sosyalist sistemi parçaladığını, giderek gerek açıkça işgal ederek, gerekse ulus devletlerin kronik zafiyetlerini oluşturan “etnik ve dini” farklılıkları kullanarak,”Evrensel Pazar”ın önündeki engelleri ortadan kaldırma çabasına giriştiğini belirtmiş, bu bağlamda kapitalizmin yeni yöneliminin doğru analiz edilmesinin ve ancak devrimci hareketin mevzilenme, ittifaklar, örgüt ve ideolojik bütünlüğünün önündeki sorunlara doğru teşhisler koyarak doğru bir hareket tarzı belirleyebileceğini vurgulamıştık.   Kapitalizm, yeni yönelimini topyekûn sadırıyla gerçekleştirmeye çalışırken amaçta… Devamı

Melankoli ve İntiharın Şairi: GERARD DE NERVAL

19. yüzyıla gelinceye kadar, toplumsal değişim nispeten yavaş ve sancısızdır. Toplumsal değer yargıları yerine oturmuş, kişilere önceden dağıtılan roller “ içselleştirilmiş” ve toplumun her kesiminde genel kabul görmüştür. Aşağı yukarı herkes, kimlerin nasıl davranacağını bilmekte ve bu “ bilinebilirlik” içinde marjinal, şaşırtıcı davranış biçimlerine genel olarak rastlanılmamaktadır.18. yüzyıla kadar olan edebiyat ve sanat eserleri ile,, eserlerin yaratıcıları ve kahramanlarının davranışları da bu “ genel kabul görmüşlük” çerçevesinde cereyan etmektedir. Sanatçıların yaşam tarzlarında ve sanat eserlerinde şaşırtıcılığa pek rastlanılmamasının nedeni budur. ( Bu genellememiz elbette, başat ve baskın sanat akımları ve sanatçıları için geçerlidir. Bu tanımlama içine girmeyen, bu dönemde “ruşeym”… Devamı

Uygarlık Çatışması mı Sınıf Mücadelesi mi?-01

20. yüzyıl biterken,  gerisinde biriktirdiği karşı devrimci potansiyel, süreci adeta “ sil baştan” dedirtircesine geri çevirdi. 1990 larda Sosyalist bloğun yıkılmasıyla, kapitalizm, yaşam damarını tıkayan, adeta sistemin boğazını sıkan tarihi bir engelden kurtulmakla her şeyi yeniden ve “ kendisine göre”  düzenleme savaşını başlattı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupaki Sosyalizm, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki devrimci mücadeleler sonucu varlığını korumaktan bile acze düşen kapitalist sistem, yerküre ölçeğinde her şeyi sisteme göre ve sistem için düzenlemenin fırsatını da yakalamış oldu. Karşı devrimci saldırı, iç içe geçmiş ve karmaşık, çok yönlü bütün saldırı araçlarını birlikte, eş zamanlı, art arda ve kesintisiz kullanmanın maddi,… Devamı

“İnsandan Sanata” Bir Edebiyatçı: MAKSİM GORKİ

“İnsanı ,yeryüzünün en güzel surette yaratılmış ve hizmete layık bir yaratığı olarak görmeye alışmadıkça, hayatımızın sahteliğini, ikiyüzlülüğünü ve alçaklığını üstümüzden atamayacağız”  Maksim GORKİ Edebiyat tarihinde onun kadar tartışılan,yerilen ya da yüceltilen bir başkası yok gibidir.Kimilerince edebiyatta bir dev, kimilerince okunması bile “zul” sayılması, yargıya ve yargıcına göre değişin Maksim GORKİ,1868 yılında Novograd’da marangoz bir babanın ve ev kadını bir ananın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov’dur. Babasının erken yaşta ölümü ile annesi ile birlikte dayısının yanına yerleşen Gorki,11 yaşında geçim derdine düşer ve ekmeğini kazanmanın yollarını arar. Okuma yazmayı gemi aşçısından öğrenen Gorki’nin düzenli bir eğitimi yoktur.Çocukluğu… Devamı