Yansıma

O yaz gecesi birkaç arkadaşıyla birlikte oturduğu bahçenin ufku örten koyu yeşil dalların arasından seçmişti karartı halindeki hareketli siluetleri… Her biri diğerinden rahat görünmek için tedirginliklerini içlerine bükmelerine karşın, her birinin tedirginliği diğerini bastırıyordu… Sohbet dedimse öyle yaşlarının gerektirdiği yeni yetmelere mahsus konu ne aşık oldukları kızlara ilişkin Keremvari yangınlar, ne karıştıkları kavgada karşı taraftan bir çimdik bile yemeden Zaloğlu Rüstem’in gürzüne rahmet okutan yumruklarıyla arka arkaya yere serdikleri delikanlı bozuntularıydı… Her biri savaşı, faşist saldırılara karşı savundukları mahalle cenginden ibaret sanan, ruh halleriyle bütün dünyadaki bizimkilerin bütün cephelerdeki savaşlarını üstlenen cephe komutanlarıydı. O günkü sohbetin konusu da buydu. Ülkede nefes aldırmayan faşist saldırılara bütün cephelerde ve bütün imkân ve olanaklar seferber edilerek cevap verilmeliydi. Düş bu ya, fabrikalarda şarteller indiriliyor, üniversiteler işgal ediliyor, kitle örgütleri protestolarla meydanlara iniyor, kadınlar tencere tavalarla gecekondulardan kentlerin meydanına akın ediyor, yaşlı teyzeler balkonlardan çıngırak çalıyor, taksilerin kulakları sağır eden klaksonları aralıksız gökyüzünü dövüyordu… Kısa dalga radyoların spikerleri anlamadığımız her dilden dünyadaki baldırı çıplakların protesto hareketlerini heyecanla veriyorlar… Haberleri kendimize göre anlamlandırıyoruz…  Canım başka türlüsü mümkün mü?  Bizim bu tür haberlere ihtiyacımız varken spikerin başka bir şey söylemesi mümkün mü? Kısa dalga FM lerin hepsi devrim haberlerini vermek için birbirleriyle yarışıyorlar.

“Dinle dinle, Sandinista diyor”

“Az önce de komutan sıfır dedi, Meksika Zapatalar”

“Lan spiker ağlıyor sanki Amilcar Cabral derken”… Yakalandı mı yoksa…

“Lan oğlum diyor bir başkası, şu radyonun Türkçe kanalı yok mu ya, anlamıyoruz ne dediğini”

Oğlum diyor bir başkası, devrim her dilde aynı ışığın gözde parlaması, aynı heyecanın yürek çarpıntısı, tarifi imkânsız duygu patlamasıdır. Bırak spiker devrim sözünü hangi dilde nasıl söylerse söylesin… Valla anlamasam da bana annemin ninnisi gibi geliyor… Hani çocuklara söylenen ninni var ya, o işte… Devrim bütün dünyanın çocuklarının heyecanı, sevinci, beklenen müjdesi, ağlaması ve gülmesi değil midir? Dünyanın bütün çocukları aynı dilde ağlayıp aynı dilde gülmezler mi? İşte devrim de buna denir… Asyalı sarı benizli  çocukların  Avrupalı beyaz çocukları, Afrikalı siyah derili  çocukların Amerikalı Kızılderili çocukları bu kadar yakından bu kadar içten anlamalarının sebebi de bu değil midir?

Kelamını sevdim be moruk diyor sarışın olanı… Her yerde söyleme valla, devletlilerimiz dilini keserler valla…

Susuyor öteki… Gözlerini sabit bir noktadan hiç ayırmadan ve kırpıştırmadan koyu yeşil dalların arasından siyah siluetlere dikiyor… Beyninde bin bir olasılık çarpışıyor… Bütün olasılıklar birbiriyle yarışıyor, hiç birisi hayra alamet değil…

Hoca diyor bir diğeri, ben kışı sevmem, devrimi Mayısta yapalım.

Yok, oğlum diyor sarışın olanı, Ağustosta Yıldızlar tepelere konacak kadar yaklaşır yere,  en uygunu Ağustos, geceleri gökyüzünden yıldız toplarız, gündüzleri atarız kendimizi denizlerin serinliklerine…

Yahu diyor kekeme olanı, sen denizde boğulursun, en iyisi derelerde çim … Buz gibi de soğuk olur dereler… Hem dere kenarlarından yarpuz toplarsın, kız göğsü gibi mis gibi kokar yarpuzlar.

Esmer olanı ters ters baktı “ayıptır yahu” dedi.

Hoca derlerdi ötekine… Mahalle sakinlerinden biri fark etmişti… “ Hoca uzaklara dalıp dalıp gidiyorsun, ne düşünüyorsun yine”…

Abi dedi hoca mahalle sakinine, gelsene biraz.

Ortalığı süt gibi ışıtıyordu ay aydınlığı… Görüş alanını sık yapraklı ağaç dallarından kurtaran bir tümseğin üstüne çıktılar, siyah siluetleri gösterdi.

Kedi ya da köpektir dedi mahalle sakini.

Bana pek öyle gelmiyor, şimdi anlarız dedi hoca, silahını doğrultup bir el ateş etti…

Kıyamet dedikleri bu olmalıydı… Etrafları sarılmış, çapraz ateşe alınıyorlardı…Bu ateşten sağ kurtulmaları mucize…

Herkes yere kapaklansın, kimse başını kaldırmasın dedi hoca. Tekrarladı sözünü,  kimse başını kaldırmasın.

Kulak diplerinde aralıksız kesilmeyen ateşin mermilerinin sıcaklığını duyuyorlardı… Yakınındaki yüksekçe Beyaz bir taşı siper alıp dibine uzandı, başını taş korurdu. Etrafa göz atma fırsatı aradı, kuşatma daralıyordu, çembere alınmışlardı…

İçlerinden en tecrübeli olana “ başını hiç kaldırmadan sürünerek ilerle, çatışmayı aşağı mahalleye çek… Seni koruyacağım.”

Alay bozan derdi o silaha… Biçimsiz, soba borusu gibi bir şey… Kölenin ekmeğe açlığı gibi açtı namlusuna sürülen mermileri yutmaya… Leblebi yutar gibi yuttu mermileri… Kıyamete karşı kıyamet… Aralıksız, parmak tetikten çekilmeksizin… Mahalle sakini abimiz yedek şarjöre mermi basmayı yetiştiremiyor… Yarım saatten uzun bir çatışma sonrası havada sadece barut kokusu vardı… Aşağı mahalleden silah sesleri geliyor. Taktik başarılıydı, kuşatma yırtılmıştı, aşağı mahalledeki arkadaşlarının yardımına ulaşılmalıydı…Ulaşıldı… Aşağı mahallede de faşistlerin ağızlarının payını aldığı saldırı savuşturulmuş, kimsenin burnu kanamamıştı.  Kime karşı ve nasıl savaşılacağını bilmeden kutsal bir şeye iman edercesine savaşan yedi gençtiler… Her gün boğuştukları bu faşist güruhun düzenin asıl sahiplerinin bir şamar oğlanı olduklarının farkına vardıklarında her birisi ellili yaşları çoktan aşmıştı bile… Olsundu, faşistler bu kanlı düzenin birer şamar oğlanı da olsa, bu düzenin bir parçasıydılar ve pir aşkına savaşmışlardı ya, bu onur yeterdi…

Seçtikleri yaşam onları yaşamadan yaşlandırmış, her kafadan bir sesin çıktığı dünyanın bütün baldırı çıplaklarının notasız naralarının maestroluğuna soyunmaya zorlamıştı… Hiç birisi dört telli bir sazın mızrabına bile dokunmamışken nasıl olacaktı da yüzlerce enstrümanın bir arada tınladığı bir orkestrayı kusursuz yöneteceklerdi ki… Yanlışlarının affedilmeyeceğini, yenilgilerinin mutlak ölüm olduğunu bilirlerdi bilmesine de bu kaçınılmaz sonu bir yazgı olarak peşinen kabul etmelerinden midir, bu orkestrayı kusursuz yöneteceklerine olan inançlarından mıdır bilinmez bu durumu pek de takmazlardı. İlahi bir komedyanın isimsiz kahramanları mıydılar, yoksa Hint yoksulu dervişler gibi paylaşacakları yırtık yamalı hırkalarından başka dünyada sahip oldukları neleri vardı ki inançlarından başka… Dün karanlıkta el yordamıyla ulaşmaya çalıştıkları hedefi, bu gün buzlu camın ardından yarı belli yarı belirsiz seçmeye çalışıyorlar.

O Ağustos vurgunu arkadaşına hak vermişti de sesini çıkarmamıştı. Devrimin Ağustosta yapılanı makbuldür. Havalar sıcak, denizler serin, yıldızlar ıpıl ıpıl… Başının üstünden gülümseyen aya merhaba dedi.

Bu yazının kaleme alındığı Ağustos gecesinde Falezlerin üstünden denizi seyrederken ay ışığının gözlerine düştüğünü fark etti, başını çevirip gökyüzünde gülümseyen aya baktı. Televizyonda gece haberleri okunuyordu. Beyrut’ta halkın yaşadığı mekânlar bombalanmış, her yer kan ve kemik… İnsanlar ölümle yaşam arasında hayata tutunmaya çalışıyorlar… Ülkesindeki karanlık güçler bu kez Beyrut’ta ortaya çıkmıştı… Vampirler insan kanıyla beslenirdi, İstanbul ya da Beyrut… Ne fark ederdi ki… Katillerin isimleri farklı, mayaları boktu… Ülkesinin karanlık günlerini hatırladı… Silahlı bombalı saldırılarda binlerce insan öldürülmüştü. Televizyonda katilin biri o yıllarda yedi gençten beşini boğarak nasıl öldürdüğünü anlatıyordu… Ürperdi… Boğazını sıkıyorlardı, nefes almakta zorlandı…

Kuşatmaya alındıkları gündü, sarılmıştı etrafları… Refleks bir hareketle elini beline attı… Bir süre hareketsiz kaldı. Hafif bir rüzgâr esti, dalların hışırtısı aşağıdan yukarıya doğru aktı,  ışıklı caddeden geçen arabaların gürültüsüyle kendine geldi.

“Yansıma” dedi.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.