Yeni Sömürgeciliğin Değişkenleri/03

Orta Doğuda ve Kuzey Afrika’da BOP projesini gerçekleştirecek iktidarların biçimlenmesinde esas faktör iktidarın ılımlı İslam üzerine inşasıdır. Bu faktörün iktidara taşınmasında öncelikle bu ülkelerdeki iktidar sahipleri kim olursa olsun zahiridir ve esas iktidar olan emperyalizmdir. Emperyalist batılı merkezlerin bir yandan İran’daki “ Şer’i İslami rejime” tahammülsüzlükleri ortadayken Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika ve Kafkasya’da “ılımlı İslami” referans alan iktidarları işbaşına getirmeleri ve bu bölgede bu referanslı iktidarları etkin kılmayı temel politik ve siyasi amaç olarak belirlemelerinin nedeni nedir?

Kapitalizmin ekonomik ve politik bir erk/güç olarak ortaya çıkması kapitalizme karşı işçi sınıfının sosyalizm talebini de beraberinde getirdi. İki sınıf arsındaki mücadele her dönemde dönemin özelliklerine göre, kâh barışçı biçimde kâh zora dayalı olarak sürgit devam etmiştir. İşçi sınıfının kapitalizme karşı yegâne silahı Marksizm’in ideolojisi ve bu ideolojinin şekillendirdiği sınıf partisi olmuştur. Öyle ki kapitalizmin tekelci aşamaya ulaşmasıyla birlikte her alanda örgütlü saldırganlığını artırmış, işçi sınıfının en masum istekleri bile kanla bastırılmıştır. Burjuvazinin mücadele araçlarının geliştirilmesi ve etkinleştirilmesi karşısında işçi sınıfı da mücadele araç ve gereçlerini artırmıştır. Toplumsal yaşamın bütün alanları burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki mücadelenin arenası haline gelmiştir. Merkez kapitalist ülkelerde bir yandan genel ekonomik ve politik içerikli genel grevler yoluyla üretim durma noktasına getirilirken, bir yandan da işçi sınıfı yoksul köylülüğü ve kent küçük burjuvazisini yanına alarak mücadele cephesini genişletmiş ve her alanda burjuvaziye alternatif iktidar olduğunu göstermiştir.

Burjuvazinin ideolojik ve karşı devrimci zoru işçi sınıfının özellikle politik iktidar istemli taleplerini zor yoluyla bastırarak iktidarını korumayı başarmıştır. Avrupa ülkeleri burjuvalarının kendi aralarındaki fiili savaş esnasında bu ülkelerde patlak veren işçi sınıfının isyan ve ayaklanmalarını bastırmak için savaş halindeki diğer burjuva iktidarlarla anlaşarak kendi ülkeleri işçi sınıfı hareketlerini ezmeleri tarihin bir çok kez tanıklık ettiği olaylardır. Yani burjuvazi rekabet halinde ve fiili savaş durumunda olduğu diğer ülke burjuvaları ile aralarındaki sorunun tali ve uzlaşır olduğunu, kendi ülkesi işçi sınıfı ile aralarındaki sorunun ölüm kalım savaşı ve uzlaşılmaz olduğunu kendisi kanıtlamıştır. Engelsin “Burjuvazi bizi savaşa davet etmiş, daveti kabulümüzdür” deyişi hatırlanmalıdır. İşçi sınıfı yaşamın her alanında miadını doldurmuş iktidarı burjuvaziden istemiştir. İşçi sınıfının bu talebini karşı-devrimci zor yoluyla bastıran burjuvaziye karşı devrimci zoru kullanmaktan başkaca da çaresi kalmamıştır. Görünen odur ki yerkürenin büyük çoğunluğunda sosyalizm inşa edilip kapitalizmin uluslararası etkisi kırılmadıkça burjuvazi siyasal iktidarlarını silah zoruyla dayatmaya devam edecektir. Bunun açık anlamı şudur: Kapitalizmin varlığı devam ettiği sürece burjuvazi karşı devrimci zoru kullanmaya, işçi sınıfı bu zora karşı devrimci zor seçeneğini gündemine almaya devam edecektir. Bu olgu tarihsel olarak yaşananları doğrulamıştır. Gerek 1871 Komün ayaklanmasının kanla bastırılmasında, gerek 1790 Fransa’sında, 1848 Haziran ayaklanmalarında, Avusturya’da,  karşı devrimci zor burjuvazinin an acımasızca kullandığı yöntem olmuş ve 1917 Ekim devrimi yaşanan bu deneyimlerin sonucu olarak diğer mücadele biçimlerinin yanında devrimci zoru kullanmadan iktidarın alınamayacağını kesin bir dille açıklamıştır.

 

 Burada hemen belirtelim ki “zor” kavramıyla kastettiğimiz yalnızca silahlı zoru kapsamaz. İşçi sınıfının eylem ve mücadele alanlarını daraltan, işlevsiz kılan burjuvazinin bütün ideolojik, ekonomik, kültürel saldırısı “karşı devrimci zor” kapsamının içindedir. Artık her iki sınıfın arsındaki uzlaşmaz zıtlık, tarihin hiçbir döneminde bu denli net ve aralarında hiçbir ortak nokta bırakmayacak kadar uzlaşmaz olmamıştır ve her iki sınıfın birbirine karşı tahammülü ortadan kalkmıştır. Üstelik burjuvazi kapitalizmin yapısal krizlerinin yükünü işçi sınıfının dışında kalan gerek merkez ülkeler gerekse bağımlı ülkelerin yoksul kesimine ödetmesi ile bu uzlaşmazlık diğer sınıfları da işçi kapitalizmin karşısına dikmiştir. Merkez kapitalist ülkeler ile bağımlı ülkelerin çalışan kesimleri de sınıf mücadelesinin içine çekilmiştir.

Kapitalizmin iç çelişkilerinin ürünü olan Birinci ve İkinci paylaşım savaşlarının çatlağından SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist iktidarlar inşa edilmiş, kapitalizmin bu alanlardaki varlığına son verilmiş, pazarları daraltılmıştır. Sorun sadece pazarların daralmasıyla kalmamış, aynı zamanda merkez kapitalist ülkeler işçi sınıflarının burjuvaziye karşı iktidar mücadelesinin ve bağımlı ülkeler halklarının ulusal Kurtuluş mücadelelerinin de esin ve moral kaynağı olmuştur. Bu iki sürecin ardından birçok bağımlı ülke emperyalizme karşı vermiş olduğu Antiemperyalist mücadelelerde başarı sağlamış politik-siyasi bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Asyada Vietnam, Kamboçya, Çin, Afrika’da Angola, Yeni Gine, Latin Amerika neredeyse kıtasal olarak emperyalizme başkaldırmıştır. İşçi sınıfının ideolojik ve örgütsel mücadelesi Ulusal Kurtuluş mücadelesi veren bağımlı ülkeler örgüt ve partilerinin de esin kaynağıdır. Yani Marksist ideoloji ve mücadeleye öncülük artık yalnızca merkez kapitalist ülkeler işçi sınıflarının mücadele rehberi olmayıp, aynı zamanda emperyalizme bağımlı ülkelerin ulusal kurtuluş savaşı veren örgüt ve partilerinin de kabul ettiği bir rehber ve yol gösterici olmuştur.  Bu ülkelerde sosyalizmin o günkü koşullarda mümkün olup olmadığının tartışılması bu yazının kapsamı dışındadır. Bunu tartışmıyoruz. Ama örneğin Vietnam’da, Laos’ta Kamboçya’da Gine Basao’da, Angola’da, Eritrede, Kıtasal Latin Amerika’da antiemperyalist mücadeleye öncülük eden bütün örgüt ve partiler Marksizmden esinlenmişlerdir ve tümü “Komünist” sıfatıyla mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Mücadele aynı zamanda yer kürenin hemen hemen tümüyle geniş sempati yaratmış ve destek görmüştür.

Tarihten sadece devrimciler ders almaz. Küresel kapitalizmin bugünkü yeniden örgütlenmesinde burjuvazinin tarihten aldığı ders budur ve ideolojik ve kültürel saldırılarının temelinde Marksizmin etkisinin kırılması vardır. Marksizm ideolojisi ve örgütsel yapısıyla burjuvaziyi ürkütmüştür ve kitlelerin hafızasından silinmesi, hiç olmazsa bu etkinin sınırlandırılması bu günkü saldırısının temel nedenidir. Hatırlanmalıdır ki, Kapitalizmin ortadan kaldırılması sorunlu bir düşman olarak gördüğü SSCB ile ilişkileri 1970 lerden sonra değişmeye, “prestroyka, glasnost” gibi burjuvazinin “yok etme” ağaç kurtları kavramları aklıevvel solcuların ve goygoycu liberallerin derin övgüleriyle SSCB yönetiminin içine salınmıştır. Bu kavramlarla sözüm ona sosyalizm yumuşatılmış, artık burjuvazi ile birlikte yaşamaya karar verilmiştir. Aslında verilen karar sosyalizmin içine salınan öldürücü virüstü ve zamanı beklemek gerekecekti. Kapitalizmin beklediği sosyalizmin ölümünü ilan etme zamanı nihayet 1990 larda gelecek ve Gorbaçovla başlayan Truva atlarının kalenin içine sokulmasıyla Yeltsin adlı sarhoş ölüm ilanını açıkça okuyacaktı. Ancak bir kez daha hatırlatalım ki bu süreç yoğun bir kaşı devrimci ideolojik saldırıyla başlamıştır ve uzun süre bu bombardıman ardı arkası kesilmeden bütün iletişim, propaganda araçlarıyla devam edilmiştir. Sosyalizmin kalesinden ilk delik böylelikle açılınca bunun arkası gelmiş ve kale fethedilmiştir. Karşı devrimci İdeolojinin etkinlik kazanması sosyalizmin fiili varlığına son vermekle yeni bir aşamaya gelmiştir. Kapitalizm daha 1980 lerde başlattığı bu ideolojik saldırının doğuracağı boşluğu özellikle İslam ülkelerinde İslamcı güçleri örgütleyerek doldurmayı planlamıştır. Bir yandan SSCB ile yumuşama politikalarını devreye sokarken bir yandan da İslam ülkelerinde İslamcı güçleri SSCB ye karşı kullanmak üzere örgütlemekte ve savaşa sürmekteydi. Afganistanda islamcı Talibanı örgütleyen ilerici Babrak Karmal ve   Necibullah  iktidarına karşı savaştıran ABD ve diğer emperyalist ülkelerdir. Daha sonra “baş düşman” ilan ettiği El kaide ve Usame Bin Ladinin de ABD imalatı olduğu bilinmektedir. Ancak ne zaman boynuz kulağı geçmiştir ve İslamcı örgütler emperyalizmi hedef tahtasına kaymaya başlamıştır, yaratıcısı emperyalizmin de hışmını üzerine çekmiştir. Sorun bu örgütlerin şeriatçı filan olması değildi elbette. Kapitalizmin hizmetinde olup olmadığı esas kriterdi. El Kaide ile Talibanla savaşan, İrana burnundan soluyan Emperyalist/Kapitalizm Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap emirlikleri gibi şeriatçı rejimlerle can ciğer kuzu sarmasıdır. Artık yukarıdaki giriş açıklamasından sonra sorunun cevabı açıktır. Kimliği ve kültürü İslam olan orta Doğu ve Kuzey Afrika için yeni bir ideoloji yaratılıp bu ideoloji iktidara taşınmalıdır ve emperyalizm için korkulu rüya olan sosyalist ideolojinin kitleler üzerindeki etkisi kırılmalıdır. Siyasal İslam bu noktada Kapitalizmin ölümünü geciktirmeye aradığı çaredir. Kapitalizm “Siyasal İslam” ile iki kuşu birden vurmayı hedeflemektedir. İlk amaç sosyalist düşüncenin, ideolojinin kitleler üzerindeki etkisini kırmak, ikincisi tamamen kendi imalatı olan bu ideolojinin kendi buyruğundaki unsurlarını iktidara taşımaktır. Bu nedenle BOP nin ideolojisi siyasal islamdır ve Kapitalizm kendi imalatı bu türün iktidar yapılması ile BOP kapsamındaki ülkeleri yeniden düzenlemektedir. Az çok Demokratik geleneği olan ülkelerde seçimler yoluyla, demokratik geleneği olmayan ülkelerde ise silah zoruyla bu iktidarların başa getirilmesinin nedeni budur. Bu iktidarlar iktidar oldukları ülkelerin yaşam biçimlerini siyasal İslam ideolojisine göre yeniden düzenlemekte, adeta dayatmaktadır. İktidarın eski yapı taşları yerinden sökülüp atılmaktadır. Balyoz ve Ergenekon gibi davaların iç yüzü budur. İddia edildiği gibi darbelerle hesaplaşmak, faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılması gibi kimsenin bir derdi de yoktur. Güncel olanı bu arada anımsatalım: “Devlet sırrı” denilen arşivlerin ortaya çıkarılması için AKP nin verdiği önerge neyin üstünü açacaktır?. Örneğin ABD nin protesto eylemlerinde devrimcilerin üzerine salınarak Kanlı Pazar olaylarının yaratıcısı Milli Türk Talebe birliğinin rolü de “devlet sırrı” olmaktan çıkarılarak teşhir edilecek midir? O günün Milli Türk Talebe Birliği yöneticilerinin bugün iktidarın etkili ve yetkili şahsiyetleri olmasının bir anlamı olmalıdır. Devrimciler her karşı devrimci iktidarlarca yok edilmeye çalışılmıştır. Bu AKP öncesinde de böyledir, AKP ile de böyledir. AKP nin şimdilik sosyalistlere, komünistlere “ dokunmuyor” gözükmesinin nedeni, demokrasi aşkı filan olmayıp toplumu etkileyecek güç ve örgütlükten yoksun olmalarıdır. Gerek Askeri Faşist diktatörlüklerin, gerekse sivil görünümlü iktidarların devrimcileri hedef tahtasına koymalarının nedeni bu güç ve örgütlülüğün toplumda hissedilir derecede olmasıdır. Bu nedenle geçmiş siyasi iktidarların devrimcilere karşı tavrı neyse AKP nin de tavrı odur. Birisi biraz daha uzak, diğeri biraz daha yakın değildir. AKP nin iktidar olmasında davul zurna keyf çatan ve kendilerine “liberal” diyen zihniyeti anlarız, ancak devrimci olma adına tutulan çanakla da ne anlatılması gerekiyorsa öyle anlarız. Devrimci tavır Kim il Sung’un “ Bize bir ayağı eksik sakat sandalyeye oturmamız söyleniyor. Biz komünistiz, Marksizmin dört ayağı sağlam sandalyesini, sakat sandalyelere tercih etmeyiz” tavrıdır.

Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Yorumlar kapatıldı.